user preferences

New Events

Yunanistan / Türkiye / Kıbrıs

no event posted in the last week

Dink’ten Bize Kalan

category yunanistan / türkiye / kıbrıs | anti-faşizm | opinion/analysis author Sunday March 25, 2007 16:03author by Şafak Eryılmaz - mülksüzlerauthor email mulksuzlerdergisi at gmail dot com Report this post to the editors

[mülksüzler Şubat 2007 sayısından alınmıştır.]

Bir ‘tek’ güvercin havalandı
yanık yanık koktu karanfil*

19 Ocak akşamı akşamı tedirgindim. Önce bekledik taksim meydanında. Henüz az kişiydik. İnanamamıştım başta. Bu kadar olur mu? Yaşımız ve ancak gelişen siyasal bilincimiz müsait değil, ülkenin olanaklarını kavramaya. Bu da olabilirdi. Aynı zamanda dar bakışımız, kendimizi ayırışımız imkansızlaştırmıştı bu adamın son yazılarını okumayı, son dönemde yaşadıklarını bilmeyi:

“ve işte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ver salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.”**

Yani ben bu adamı bilmiyordum. Liberallerin liberalliklerini göstermekten müthiş haz alır, kendi devrimciliğimizi liberalliğe dönük uyanıklığımızda kanıtlarız. İslam’ın adını anan ya gericidir, ya popülist, kendi ilericiliğimizin sebebi, kanıtı. Etiketlerimize daha çok bağımlıyız, adalet mücadelesinden. Kendi kimliğimizi, cemaatimizi, sözde duruşumuzu kanıtlamakta onca aceleciyiz. Hangisi daha önemli diyorum bazen bizim için. Göremiyorum çoğu kez. Şüphe diz boyu. Bugün adaletin, eşitliğin, özgürlüğün mücadelesini vermek bu kadar mı zor diyorum bazen. Yani çok mu mükemmel olmamız lazım, ya da o kadar mı reziliz ki bize şu kadarcık erdem ulaşılmaz geliyor. Sanırım günümüzde, sol’da olmak, muhalif olmak, hele ki devrimci iddiaların sahibi olmak başlı başına o kadar zor ki, bu cefanın karşılığı olacak bir nişana, bir etikete, bir ulvi mertebeye, en doğru olma payesine ölesiye muhtacız. Herkese bok atmadan, kendimizin en doğrusu olduğunu etrafımıza sürekli telaşla saçtığımız çamurlar olmadan, mücadele edecek mecali bulamayacak kadar mı umutsuz ve aslında onursuz. O kadar kendimize güvensiziz ki, her deliği tıkamaya uğraşıyoruz sızmasın diye reformizm, oportünizm, liberalizm, ve diğer garabetler. O kadar kapatıyoruz ki delikleri, iyi olabilecek herhangi bir şeyin de girebileceği bir delik kalmıyor. Kendi yağımızda kavrulup gidiyoruz işte duvarlarımızın içinde. Çarklar dönerken. Cinayetin akşamında yapılan yürüyüş bir yerden sonra grupların propaganda savaşına döndü. Herkes en spesifik sloganlarını çıkardı sahneye ilerleyen dakikalarda. Bunaldım, sıkıldım ama ne çare.

Sonra Dink hakkında okudum ertesi günden itibaren açığımı kapatmak için utancımın kırbaçladığı bir azimle. Dink’i bilmeyişimdem, verdiği mücadelenin ne olduğunu bilmeden o mücadeleyi küçümseyişimden utandım. “Ya ‘devrimci’ mücadele verirsin, ya da çok da işe yarar bir şey yapmıyorsundur”. Gerçekten çok karmaşık bir düşünce yapısı bizimkisi. Dink milliyetçiliğin aslında ırkçılık olduğu ve de son dönemde iyiden iyiye faşizan bir hüviyete büründüğü bu topraklarda milliyetçiliği can evinden vuracak bir konumda oluşu üzerinden cesaretle hareket etmişti. Bu toprakların çocuğu, Ermeniliğini sahiplenen ama Ermeni milliyetçisi olmayan, sonuna kadar demokrat, ısrarla halkların kardeşliğinden taraf, sınıf körü olmayan bir Ermeni’ydi. Onun için mesele bilmem hangi devletlerin zoruyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘Ermeni soykırımı’nı kabul etmesi filan değildi. Onun meselesi Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye ve Ermeni halklarının 1915’i kendi içlerinde ve birbirleriyle tartışabilmesi ve 1915 ile yüzleşebilmesi idi. Ahmet Hakan’ın programında*** hakkında açılan 301 davasına dair içten, taşkın, çocuksu ve ağladı ağlayacak bir halde, dev cüssesiyle dev kollarını geniş geniş sert sert sallayarak aşağı yukarı şöyle diyordu:

“Ben nasıl Türklere hakaret ederim, ben ırkçı mıyım. Hem ben Türklerle beraber yaşıyorum, beraber yaşadığım insanlara nasıl hakaret ederim, hakaret edecek, sevmiyor olsam niye burada yaşıyayım.”

Bu yüzden, yani adaletten ve doğrudan yana olduğundan sonuna kadar emin olduğu için, onurlu, mücadeleci ve siyaset denen şeyle sarmaş dolaş olmuş kişilerde gıdım gıdım eriyen adına samimiyet denen erdeme şaşılacak derecede sahip bir insan olduğu için kendine güveniyordu. Kendine güvendiği için de bu mücadelede öne atılmaktan, doğru bildiği şeyi, bunca tehlikeli olmasına rağmen her fırsatta dile getirmekten kaçınmadı. Ateş hattına çekinmeden girdi. Kendisinin, çoluğunun çocuğunun yüzlerce kere açıktan tehdit edilmesine, kendisine karşı linç kampanyalarının örgütlenmesine, vali yardımcısının ‘ikazlarına’, devletin 301 davasında bilirkişi raporuna rağmen verdiği yüzde yüz haksız, suçluluk kararına, yani devletin kendisini resmen düşman ve hedef ilan etmesine rağmen mücadelesine devam etti. Avrupa’ya ya da Ermenistan’a çekip gitse, T.C.ye karşı oradan iki laf etse, krallar gibi karşılanır, baş tacı edilir gül gibi yaşayıp giderdi. Öyle yapmadı.

“İyi de, gidersek nereye gidecektik? Ermenistan’a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi. Şunun şurasında üç gün batıya gitsem, dördüncü gün “artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı! ‘Kaynayan cehennemler’i bırakıp ‘hazır cennetler’e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye’de kalıp yaşamak bizim hem gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik”****

Kaldı ve direndi. Bedelini gayet iyi biliyordu. Hem bir ‘kılıç artığı’, hem eski bir TKP/MLli olarak bu ülkenin egemenlerinin direnenlere ödettiği bedelleri bilmemesi imkansızdı. Bedelini ödedi. Ruhu şad olsun. Ailesine Allah sabır versin. Dink kendisine devrimciyim diyen biz dahil pek çoğumuzdan daha devrimciydi. Ondan bize kalan tertemiz bir mücadele onuru ve bu yolun en sağlam malzemesi olan samimiyet taşlarıyla örülmüş bir mücadele azmidir.

Bugün dünya, hele ki bölgemiz bir cehennem. Dink batıya, ‘sahte cennet’e gidebilirdi. Gitmedi. Bizlerin o sahte cennete yerleşebilme imkanı da yok. Ancak biz de başka türden sahte cennetlere, adaletsizliğe karşı üç maymunu oynadığımız boşvermişlik ülkesine, dar ve ürkek bireysel çıkarlarımızdan başka hiç bir şeye kulak asmadığımız konforlu uyuşukluk bataklığına, bize çizilen çemberin harfiyen içindeki gönüllü itaat topraklarına, düzenin imal edip özenle pazarladığı ümitsizlik diyarlarına rahatlıkla yerleşebiliriz. Yerleşiyoruz da. Dink’ten bize kalan sahte cennetleri reddetme iradesi, cehenneme karşı mücadele etmenin ahlakıdır. Bu şahsiyetli bir adam, bu sert bir tokat, bu gür bir çığlıktır.

* Melih Cevdat Anday’ın Amerikan Komünist Partisi üyesi oldukları için casuslukla suçlanıp idam edilen Rosenberg çiftini anlattığı şiirinden, değiştirerek. Aslı: “bir çift güvercin havalansa, yanık yanık koksa karanfil”.
** 12 Ocak tarihinde Agos gazetesindeki “Niçin hedef seçildim?” başlıklı yazısından.
*** http://www.youtube.com/watch?v=shz6nLUErvI
**** Öldürüldüğü 19 Ocak tarihinde Agos’taki “Ruh halimin güvercin tedirginliği” isimli son yazısından.

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]