user preferences

New Events

Yunanistan / Türkiye / Kıbrıs

no event posted in the last week

Türkiye’de Milliyetçiliğin Yükselişi Üzerine

category yunanistan / türkiye / kıbrıs | anti-faşizm | opinion/analysis author Saturday April 07, 2007 17:34author by Cem Gök - mülksüzlerauthor email mulksuzlerdergisi at gmail dot com Report this post to the editors

[mülksüzler Şubat 2007 sayısından alınmıştır.]

Türkiye’de yükselen/yükseltilen milliyetçilikle ilgili bir yazıyı Hran Dink cinayeti öncesinde yazmaya başlamıştım. Ama bu vahim cinayet öyle bir andı ki Türkiye’deki bütün dengeleri değiştirebilecek bir potansiyel taşıyordu. Dolayısıyla Türkiye’de milliyetçiliğin geldiği noktayı tahlil etmek ve çözüm önerileri üretmek için her şeyden önce, bu olgunun geldiği noktayı iyi saptamak gerekiyordu.

2002 yılıydı. Bütün ülkeyi dünya kupası heyecanı kaplamıştı. Türkiye’nin kupa galibiyeti “milli” mesele haline getirilmişti. Ancak bugünden o güne bakınca Türkiye toplumunun belki de en “masum” milli meselesi buydu. Oysa milli duyguları okşamanın ve toplumu kontrol altına almanın en kolay ve en “meşru” yollarından biri bu tarz “başarılardır”. Bu başarılarla o dönem hepimiz krizin etkilerinden daha kolay kurtulmuş, yaklaşan Irak savaşı öncesinde olumsuz ruh halinden bir nebze arınmış olduk. Bizi yönetenler millet olma durumunun salt duygusal bir şey olduğu ve herhangi bir maddi temeli olmadığının çok iyi farkında. Bu yüzden de sınıfsal öfkemizi dindirmek için milliyetçi duyguları yükseltebilecek yapay ya da “doğal” yöntemler bulmak, bunları abartmak, manipüle etmek zorundalar. Bize çocukluğumuzdan beri her fırsatta “milletimizin başarılarını”, “şanlı tarihini” anlatıp durmalarının, bizim ortak çıkarımız olduğuna bizi inandırmaya çalışmalarının tek sebebi bizi bir millet olarak yaşamak zorunda olduğumuza inandırmak. Bu yüzden onlar bir yandan Amerika’nın bir eyaletinde veya bir Avrupa ülkesinde büyük başarılara imza atan bir bilim insanını sadece ailesi Türkiye’de doğduğu için Türk sayarlar ve bizim bununla övünmemizi ister, bunun propagandasını yaparlar. Diğer yandaysa Etiyopya’dan ithal ettiğimiz atlet Elvan Abeylegesse’nin başarısını da “bizim” başarımız olarak göstermeye çalışırılar. Peki hangisi “biziz”, hangisi bizim milletimiz? Bu muğlak... Yani tüm dünyaya yayılmış bir ırk mı? Yoksa misak-ı milli sınırları içinde yaşayan insan topluluğu mu bizim bir parçası olduğumuz?

Biz tüm bu soruların cevaplarıyla uğraşırken, bir yandan da “iç ve dış düşmanlara” diş bileyip milletimizi koruma yarışına girişirken onlar yani bizi yöneten sermayedarlar “gayri milli biçimde” ama sınıfsal konumlarına uygun olarak ABD’li, İsrail’li, Arap, Fransız hiç fark etmeden tüm dünyanın sermayedarlarıyla ticari ilişkiler içine giriyorlar. Ellerindeki medya gücüyle de kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarları olarak gösterebiliyorlar. Sermayedarların çıkarları söz konusu olduğunda renk, dil, din hiç fark etmezken biz emekçi milyonları parçalamak için her tür yolu deniyorlar.

Hrant Dink’in öldürülmesi noktasına varacak ortamı yaratan süreç bir egemen güçlerin manipülasyonları ve provokasyonları sonucunda bilinçli biçimde yaratıldı. “Hrant Dink’i öldürten kimdi? Bu cinayet işlenirken ne düşünüldü?” gibi sorular üzerine çok konuşuldu ve çok konuşulmaya devam edilecektir. Ancak bizim bu cinayetten önce olduğu gibi bu sonra da üzerinde durmamız gereken asıl nokta tüm toplumda giderek yükselen milliyetçiliktir. Bugün gelinen nokta, 2005 yılında Mersin’de düzenlenen Newroz kutlamaları sırasında bayrak provokasyonu ile temelleri atılan ve medya başta olmak üzere egemenlerin elindeki her tür aracı kullanarak yükselttiği milliyetçi histerinin sonucuydu. Milliyetçilik genel olarak emek mücadelesinin önündeki en büyük engeldir. Emekçiler çıkarının tüm dünyadaki emekçilerle değil de içinde yaşadığı ulusal sınırlarda yaşayan burjuvalar ve diğer egemen güçlerde dahil tüm toplumsal kesimlerle ortak olduğunu düşündüğü sürece, kendi sınıfına ve emeğin enternasyonalist mücadelesine katılması imkansızdır.

Milliyetçilik her yönüyle iki yüzlü bir ideolojidir. Örneğin Türkiye’de Kürtlerin anadilde eğitim talebine öfkeyle karşı çıkanlar, Almanya’da Türklerin anadilde eğitim görmesinin yasaklanmasının asimilasyon politikası olduğunu fark ettiler ve tepki gösterdiler. Veya burada “Ermeni Soykırımı” vardır demeyi suç sayanlar, bunu diyenleri yargılayanlar, Ermeni soykırımını inkâr etmeyi yasaklayan kanunu demokrasi ayıbı olarak değerlendirdiler. Aslında Fransa’nın bu hamlesi iç kamuoyunda Türk egemenlerin elini güçlendiren, halkı manipüle etmelerinin zeminini yaratan bir hamleydi. Bir başka ifadeyle “Karşı taraftan” gelen milliyetçi ve yasakçı hamleler buradaki milliyetçiliğin ve yasakçılığın dozunu arttırmak için bahane oldu. Oysa bir yandan Türkiye’de soykırıma karşı çıkarken, öte yandan Fransa’daki yasağa da karşı çıktığını, hatta Fransa’ya gidip “soykırımı inkâr” yasasını ihlal edebileceğini açıklayan Hrant Dink gibi insanlar, aslında birbirini besleyen karşılıklı milliyetçi söylemler zemininde kurulan paradigmaya bir alternatif yarattıklarından ve bu paradigmanın ikiyüzlülüğünü ortaya serdiklerinden dolayı milliyetçilikten çıkarı olan egemen güçler için zararlıdır. Türk toplumuna klasik düşmanlar olarak lanse edilmek istenilen Kürt, Ermeni veya Rumlardan gelen milliyetçi çıkışlar en çok Türkiye’deki atmosferi “millileştirmek” isteyenlere yaramaktadır. Bir karşıtı, bir düşmanı olmadan milliyetçiliğin yaşama imkânı yoktur. Bu yüzden de milliyetçiliğin tek panzehiri enternasyonalizmdir ve enternasyonalizmin tek yükselebileceği zemin de sınıf mücadelesidir.

Bu topraklarda emek mücadelesinin yükselmesi için bu toplumun kendisiyle yüzleşmesi bir zorunluluktur. Bu nedenle milliyetçiliğe karşı bütünlüklü bir mücadele yürütülmesi bizim şu an önümüze koymamız gereken öncelikli hedef olmalıdır. Bunun için milliyetçiliğin beslendiği kaynağı iyi tahlil etmemiz gerekmektedir. Genel bir soyutlama olarak milliyetçiliğin kaynağı ulus devletin varlığıdır. Ancak milliyetçiliğin toplumda benimsenmesi ve genel kabul görmesi için beslendiği bir kaynak olmalıdır. Bu topraklarda yükselen milliyetçiliğin temel kaynağı Kürt sorununun varlığıdır. Türk egemen güçlerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana sürdürdükleri politikalar, cumhuriyetin her döneminde Kürtlerin karşı çıkışları ve ayaklanmalarıyla karşılaşmıştır. Anadolu’da yaşayan pek çok ulus asimilasyon politikalarıyla Türkleştirilmiş, katliamlara maruz kalmış veya yaşadıkları topraklardan sürülmüşlerdir. Ancak gerek nüfus yoğunlulukları, gerekse örgütlülük düzeylerinin yüksekliği sebebiyle Kürtler bu politikalara karşı direnebilmiş ve bugün gerek kendi ulusal ve demokratik kazanımlarının önünü açmış, gerekse Ermenilerden, Lazlara pek çok azınlığın asimilasyona karşı direnme bilinci kazanmalarını önünü açmışlardır.

Ancak bugün geldiği noktada Kürt sorunu Türkiye, İran, Irak ve Suriye başta olmak üzere bütün Ortadoğu coğrafyasını ve Ortadoğu’nun küresel kapitalist düzen için taşıdığı önem itibariyle tüm dünya politikasını doğrudan ilgilendiren bir hal almıştır. Bu boyutuyla çeşitli siyasal bileşenlere sahip olan Kürt hareketi; ABD, Avrupa devletleri ve/veya Türkiye ile birlikte çeşitli siyasal manevralar içerisine girmekte ve uluslararası arenada güç kazanmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Kürt egemenleri Irak işgalinden faydalanmak istemektedir. Bu ulusal hareketlerin veya bir başka deyişle ulus devlet kurma temelli hareketlerin doğası gereği böyledir. Gerek Irak’ta fiili olarak varlık kazanan Kürdistan’ın ABD nezdinde Türkiye’ye bir alternatif olmaya başlaması, gerekse PKK’nin yeniden eylemlilik sürecine girmesi sebebiyle Türk egemenleri toplumu Kürtlere karşı kışkırtma politikasına girişti. Türk egemenler ulusal çıkar kılıfı giydirilmiş sınıfsal çıkarları için emekçi kitleler içinde Kürt düşmanlığını pompalamaktadır. Küresel sermayenin jandarmalığını yapan ABD’nin Irak’ı işgali sırasında bu toplumun %90’ından fazlası bu işgale karşıydı ve halkın baskısıyla meclis tezkereyi reddetti. İran’a bir saldırının gündemde olduğu Genişletilmiş Ortadoğu Projesi işletilmeye devam ederken TSK başta olmak üzere Türkiye’deki tüm egemen güçler pastadan pay kapmak için uygun zemin hazırlıyorlar. Kürt dinamiğinin Ortadoğu için kazandığı önem karşısında Türk egemenleri de kendi pozisyonlarını güçlendirmenin planlarını yapıyorlar.

Peki, ne yapmalıyız? Gelinen noktada ya emperyalizmden ya da ezilen ulus milliyetçiliğinden yana olmak gibi bir tercih söz konusu olmamalıdır. Bugün Kürt ulusal hareketi tüm bileşenleriyle emperyalizme eklemlenmeye çalışıyor, çünkü çıkarları bunu gerektiriyor. Zira bugün bir Kürt devletinin kurulmasının ve yaşamasının tek garantisi ABD olarak gözüküyor. Türk egemenlerinin de gerektiği zaman PKK de dâhil Kürt hareketinin tüm dinamikleriyle yan yana gelme ihtimalleri olduğunun farkında oldukları kuşkusuz. Çünkü ne Kürtler, ne de Türkler ABD’den bağımsız hareket edecek konumda değiller. Kürtlerin yaşamsal ve kültürel hakları konusunda verdikleri mücadeleye karşı yıllardır Türk milliyetçiliğinin pompalanması, yaşanan süreçten daha fazla pay kapma yarışıyla yeni bir boyut almış durumda.

Bugün milliyetçilik olgusu emek mücadelesinin önündeki en önemli engeldir ve bugün milliyetçiliğe karşı topyekun mücadele etmek bir zorunluluktur. Sol, Kürt sorunu çözülmeden sınıf mücadelesini yükseltemeyeceğinin farkında olsa da bunu çözecek iradeye sahip değil. Kürt sorununun ve dolayısıyla emek mücadelesinin çözümü ABD, Avrupa ve Türk egemenlerinin insafına bırakılmış durumda. Bu yüzden hepimiz elimiz kolumuz bağlanmış gibi bekliyor ve sadece olanları izliyoruz. Ancak Hrant Dink cinayeti de bir kez daha gösterdi devlet güdümlü faşist güçlerin öncelikli hedefleri devrimci, demokrat kesimlerdir. Hiçbirimiz bu topraklarda yaşananlardan ve yaşanacak olanlardan olanlara sessiz kalarak kendimizi ayrıştıramayız. Safımızı ona göre belirlemeli ve hattımızı bu anlayışla çizmeliyiz. Hrant Dink’in cenazesi bize acılı bir ümit veriyor. Bu cenaze gösterdi ki bu toplumun önemli ama baskıcı rejim tarafından sindirilmiş, susturulmuş kesimi yaşanan milliyetçi histeriye artık yeter diyor. Bu ümitle beraber kendimizi toparlamalı ve emperyalist saldırganlığın ve milliyetçiliğin önünü, sınıfın öz gücünü yükselterek kesmeliyiz.

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]