user preferences

Özgürlük için Örgütlenmekten Özgürlükçü Örgüte

category uluslararası | anarşist hareketin | opinion/analysis author Monday July 02, 2007 03:25author by Ender Yılmaz - mülksüzlerauthor email mulksuzlerdergisi at gmail dot com Report this post to the editors

[mülksüzler dergisinin Nisan ve Mayıs 2007 sayılarında yayınlanmıştır.]

Eşitsizliklerle dolu bir toplumda yaşıyorsunuz. Ücretli çalışan, öğrenci, ev kadını veya işportacısınız. Kendi geleceğinizden, sevdiklerinizin geleceğinden, dünyanızın geleceğinden kaygılısınız. Politikacılar o kadar midenizi bulandırıyor ki belki de siyasetle yakından uzaktan alakam olmasın diyorsunuz. Ya da yılgınlığın bir çözüm olmadığını görüp bir adım ileri gitme cesareti gösteriyorsunuz. Tüm bu eşitsizlikleri kökten ortadan kaldırmak gerektiğine emin olduğunuzda karşınıza devrimci solun Leninist örgütleri çıkıyor. Peki bunlar çözüm mü, değilse neden olamıyor? Peki çözüm ne?

[mülksüzler dergisinin Nisan ve Mayıs 2007 sayılarında yayınlanmıştır.]

Eşitsizliklerle dolu bir toplumda yaşıyorsunuz. Ücretli çalışan, öğrenci, ev kadını veya işportacısınız. Kendi geleceğinizden, sevdiklerinizin geleceğinden, dünyanızın geleceğinden kaygılısınız. Politikacılar o kadar midenizi bulandırıyor ki belki de siyasetle yakından uzaktan alakam olmasın diyorsunuz. Ya da yılgınlığın bir çözüm olmadığını görüp bir adım ileri gitme cesareti gösteriyorsunuz. Tüm bu eşitsizlikleri kökten ortadan kaldırmak gerektiğine emin olduğunuzda karşınıza devrimci solun Leninist örgütleri çıkıyor. Peki bunlar çözüm mü, değilse neden olamıyor? Peki çözüm ne?

Bu yazıda öncelikle mevcut Leninist örgütlenme modelinin bir eleştirisini yaptıktan sonra doğrudan demokrasiyi ve federalizmi benimsemiş bir örgütlenme modelini tartışacağım. Yazının mülksüzler dergisinin bu sayısında yer alan ilk bölümü bu eleştiriden oluşacak ve gelecek sayıda da alternatif bir devrimci örgütlenmeyi tartışacağım.

Öncü Parti

Leninist parti teorisini eleştirmeden önce üç noktaya parmak basmakta fayda var. İlki bizim emekçiler arasında siyasal bilincin eşitsiz olduğunun farkında olmamızdır. İkincisi hem fikirlerimizi yaymak hem de mücadelenin parçası olmak, onu etkilemek ve ondan öğrenmek için örgütlenmenin gerekliliğine ve özellikle de bir devrimciler örgütünün gerekliliğine inanmamızdır. Üçüncüsü devrimci azınlıkların sınıf mücadelesindeki rollerinin öneminin farkında olmamızdır. Bizim derdimiz devrimcilerin diğer emekçilere mücadele yolunu gösterip o yolda yürümesi değil, kurumsallaşmış bir liderliğin oluşumu ve Leninist teorideki gibi bir yöneten/yönetilen hiyerarşisinin oluşumudur. Leninist teoriyi bu üç nedenden dolayı eleştirmiyoruz.

Öncelikle öncücülüğün temel varsayımı, yani emekçilerin kendi başlarına politik eyleme girişemeyecekleri ve dolayısıyla politik bilincin onlara dışarıdan getirilmesi gerektiği hatalı bir başlama noktasıdır. Bu iddianın genişliğine ve ağırlığına dikkat çekmekte fayda görüyorum. Lenin, sadece o zamanki Rusya gibi işçi sınıfının yeni yeni oluşmakta olduğu bir ülkede küçük burjuva aydınların bir aracı rol üstlenebileceklerini iddia etmemektedir. İşçi sınıfının mücadelesinden politik sonuçlar çıkarma olanağını tamamen yadsımaktadır. Oysa Rusya’daki serbest meslek sahipleri ve öğrencilerin Avrupa ve Amerika’da sertçe yaşanan sınıf mücadelesi hakkında yeni yeni köylerden gelip işçileşen kitlelere göre olanakları dolayısıyla daha fazla bilgi sahibi olabileceklerini söylemesi makuldür. Fakat bu bile devrimci düşüncenin bu küçük burjuva öğelerce tutarlı bir şekilde savunulabileceğini manasına gelmez. Sosyalizm kelimesinin Leninist-Stalinist partilerin ellerinde devletçi bir ulusal kalkınmacılığa dönüşmesi bu katmanların da ancak kendi sınıfsal doğalarına göre bunu kavrayabileceklerini ve dönüştüreceklerini gösterir.

Burjuva aydınların öncülüğü iddiası yalnızca tarihsel deneyim karşısında yanlış değildir. Aynı zamanda anti-komünist bir doğaya sahiptir; çünkü emekçilerin özgürleşmesinin emekçilerin kendi görevi olduğunu yadsır. Ayrıca bir seçkinler iktidarına zemin hazırlar. Bu iddianın açık sonu emekçilerin kendilerini kendi çabalarıyla kurtaramayacağıdır. Eğer emekçiler kendi çabalarıyla kendi siyasal teorilerini oluşturamıyorlarsa, toplumu dönüştürmenin gerekliliğinin farkına varamazlar ve en fazla kapitalizm içersinde reformlar yoluyla kendi konumlarını iyileştirmeye çalışırlar. Radikal burjuvalar emekçilere sosyalist fikirler sağlamadıkça bir sosyalist hareket imkânsızdır. Kendi çabalarıyla kendisini kurtaramayan bir sınıf, zorunlu olarak kendi hareketini oluşturmak ve ona şekil vermek için başkalarına muhtaç olur.

Oysa emek hareketi tarihi reformlar için çabalamanın ötesine geçip bu deneyimlerden devrimci teoriler çıkaran pek çok isyan ve mücadeleye sahiptir. ‘Ekonomik mücadele’ kategorisinin toplumsal gerçeklikle pek alakası yoktur. Her ‘ekonomik’ mücadele, bir açıdan siyasaldır ve mücadele edenler ondan siyasal dersler çıkarabilirler ve çıkarmışlardır.

Lenin de bunun farkındadır, fakat bir kelime oyunuyla bunun üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Dipnotlara sıkıştırılmış bir yorumda şöyle der: “Elbette bu demek değildir ki, böyle bir ideolojinin yaratılmasında işçilerin payı yoktur. Ama bunlar, işçi olarak değil, sosyalist teorisyenler olarak, Proudhon'lar ve Weitling'ler olarak katıldılar; bir başka deyişle, bunlar, yapabildikleri zaman, yaşadıkları çağların bilgisini şöyle böyle kazanabildikleri ve bu bilgiyi şöyle böyle geliştirebildikleri ölçüde, katıldılar.” (Lenin, 1902) Lenin, kanıtlaması gereken iddiayı – işçilerin ve ‘sosyalist teorisyenler’in birbirini dışlayan iki kategori olduğunu – ancak bu iddiayı bir varsayım olarak kabul ederek savunabilmektedir. Gerçekte Proudhon’ların ve Weitling’lerin ‘sosyalist teorisyenler’ olmalarının onların sınıf konumlarını değiştirmesinin bir nedeni yoktur.

1917 Rus devrimlerinin deneyimi, Lenin’in burjuva ideolojisinin etkileri yüzünden işçilerin sosyalist bilince ulaşamayacakları savını da çürütmektedir. Teorik olarak eğer emekçiler burjuva ideolojisinin etkisi altındaysalar, ‘profesyonel’ devrimciler de bu etki altındadır. Hatta ‘profesyoneller’ üzerindeki etkinin daha fazla olması gerekir, çünkü emekçi sınıfın yaşamına dâhil değildirler. Kişinin, toplumsal varoluşu onun bilincini belirliyorsa, bir devrimci işçi sınıfının bir parçası olamayınca sosyalist teorinin yaratıldığı koşullarla da bağını yitirir.

‘Profesyonel’ devrimcilerin ve aydınların burjuva etkilere kapılması Bolşevik parti tarihi boyunca sürekli olarak karşımıza çıkar. Troçki’nin kendisi Stalin kitabında bunu belirtmektedir:

“Unutulmamalıdır ki Bolşevik Parti’nin siyasal makinesi köken ve hayat koşulları olarak küçük burjuva ve fikirler ve proletaryayla ilişkisi açısındansa Marksistti. Profesyonel devrimci olan işçiler bu guruba büyük bir istekle katıldılar ve onun içinde kendi kimliklerini kaybettiler. Parti makinesinin kendine özgü toplumsal yapısı ve proletarya üstündeki otoritesi (ikisi de kaza eseri değildi ve katı tarihsel gerekliliklerden kaynaklanıyordu) birden fazla sefer partinin bocalamasının ve en sonunda onun yozlaşmasının kaynağı oldu […] Çoğu durumda emekçi kitlelerle bağımsız günlük bağlantıya ve aynı zamanda tarihsel sürecin kapsamlı bir kavrayışına sahip değildiler. Böylece yabancı sınıfların etkilerine maruz kaldılar.” (Aktaran IAFC, 2006a)

Örneğin Birinci Dünya Savaşı’nda “Bolşevik parti bile savaşın labirentinde yolunu bulamadı. Genel bir kural olarak kafa karışıklığı partinin burjuva kamuoyuyla doğrudan ilişkide olan üst kademelerinde en yaygın ve en uzun erimliydi.” Böylece profesyonel devrimciler “burjuva çevrelerden gelen uzlaşmacı eğilimlerden geniş ölçüde etkilenirken tabandaki Bolşevik emekçiler ülkeyi saran yurtsever histeriye direnmekte çok daha fazla kararlılık sergilediler.” (age.)

Lenin 1904’te yazdığı Bir Adım İleri, İki Adım Geri kitabında bunun farkına varır ve “(partideki) proleter eğilimle radikal aydın eğilimi arasındaki uzlaşmaz (karşıtlığı)” vurgulayarak şöyle der: “[H]erkes biliyor ki, hareketin içindeki proleter eğilimi ortodoks sosyal-demokrasi, demokratik aydın tabakasının eğilimini ise oportünist sosyal-demokrasi temsil etmektedir” (Lenin, 1904). Lenin’in yeni teorisine göre proletaryanın o zaman kadar partide yönetici kademelerde bulunan ve emekçilere siyasal bilinç aşılaması beklenen aydınlara siyasal disiplin konusunda eğitim vermesi için “fabrika ‘okulunda okumuş olması’” gerekir:

“[B]azı kişilere bir gulyabani gibi gelen fabrika, proletaryayı birleştiren ve disiplinli hale getiren, ona örgütlenmeyi öğreten ve onu emekçi ve sömürülen nüfusun bütün öteki kesimlerinin önüne geçiren kapitalist elbirliğinin en yüksek biçimini temsil eder. Kapitalizmin kürsüsünde eğitim gören proletarya ideolojisi, Marksizm, istikrarsız aydınlara, sömürü aracı olarak fabrikayla (açlık korkusuna dayalı disiplinle) örgütlenme aracı olarak fabrika (teknik bakımdan üst düzeyde gelişmiş üretim biçiminin koşulları çerçevesinde birleştirilmiş ortak çalışmaya dayalı disiplin) arasında ayrım yapmalarını öğretmiştir ve öğretmektedir. Burjuva aydına çok güç gelen disiplin ve örgütü, proletarya, bu fabrika "okulunda okumuş olması" nedeniyle, çok kolay kazanır.” (age.)

Lenin’in benzetmesi hatalıdır, çünkü fabrikanın bir “sömürü aracı” olmasının nedeni “örgütlenme aracı” olarak yukarıdan aşağıya ve hiyerarşik olmasıdır. Emekçilerin “ortak çalışması” özgür bireylerin değil, kışlaların disiplinine dayanır. Gerçekte devrimcilerin okuması gereken okul fabrika değil, sınıf mücadelesidir. Sağlıklı ve olumlu bir disiplin anlayışı, işyerinin kapitalizm altındaki örgütlenmesine karşı verilen mücadele ile elde edilir. Yani fabrika disiplini, toplumsal bir mücadele veya devrim için gereken disiplinden tamamen farklıdır. Dolayısıyla emekçiler işyerinin hiyerarşik disiplinini terk edip bu disipline karşı savaşta öz-disiplinlerini geliştirdikçe devrimci olabilirler.

Temel bir görevimiz bu tür bir disipline karşı mücadeleyi sağlayabilmektir. Lenin’in övdüğü disiplinde, insanların düşünme ve birliğinin yerini emirleri takip etmek ve hiyerarşi almaktadır. Komünizm, kapitalizmin dayatılmış disiplinini değil, mücadele topluluğu ve bunun yarattığı siyasal bilinç ve devrimci istek temelinde dayanışmanın yarattığı disiplini hedefler. Dolayısıyla kapitalist fabrikaların örgütlenmesi asla bizim için bir devrimci örgüt modeli olamaz.

Dahası bu teori zorunlu olarak tek parti iktidarını doğuracaktır. Eğer burjuva ideolojisinin etkisinin devam ettiği koşullar altında emekçilerin siyasal bilince sahip olmaları için Leninist bir parti gerekiyorsa Troçkistler için proletarya diktatörlüğü, Stalinistler için sosyalizm dönemi bitene kadar, yani dünya çapında devrim tamamlanana kadar bu etki sona ermeyecek demektir. Bu koşullar altında Leninist bir parti ne yapmayı seçecektir? Tarihsel deneyimin gösterdiği gibi Leninizm’in farklı kolları partinin iktidarını sağlaması ve sürdürmesi gerektiği konusunda uzlaşmaktadırlar. Ne de olsa partinin çıkarları proletaryanın çıkarlarından ayırt edilemeyeceğine göre partinin iktidarı da proletaryanınkinden ayırt edilemez. Kapitalizm altında emekçilerin kitle örgütlerinin yönetimlerini ele geçirmede ve bu olmayınca da kendi ufak ‘kitle örgütlerini’ kurmada uzmanlaşmış bir örgüt için bu hiç de zor bir seçim olmayacaktır. Siyasetle ekonomi, devrimci örgütle proletarya, yönetenle yönetilen ayrımlarının nasıl da pratikte yozlaşmaya yol açtığını göstermeye çalıştık. Bu ayrımlar Bolşevik parti içersinde de yozlaşmalara ve uzlaşmacı eğilimlere yol açmış olsa da bunların hiçbiri Birinci Dünya Savaşı öncesi başta Almanya’da olmak üzere Bolşeviklerin de dâhil olduğu sosyal demokratik hareketin ihanetinden daha açık değildir.

Demokratik Merkeziyetçilik

Bir önceki kısımda Leninizm açısından devrimci örgütle işçi sınıfı arasındaki ilişki meselesini inceledik. Leninizm’in bir diğer önemli vurgusu devrimci örgütün iç yapılanmasına dairdir. Bu iç yapılanma demokratik merkeziyetçilik olarak tarif edilir. Aslında bu yapı merkeziyetçi olsa da demokratik olmamıştır ve olamaz. Ayrıca devrimci ve komünist bir örgüt, karşısında mücadele ettiğini ileri sürdüğü sınıflı toplumları ve dolayısıyla onun ilişkilerini yansıtan bir yapılanmaya sahip olamaz.

Öncelikle demokratik merkeziyetçiliği tanımlamakta fayda var. Komünist Enternasyonal’in 1920’deki ikinci kongresinde tüm komünist partiler için bağlayıcı olarak kabul edilen tezlerde “her tür komünist hücrenin bir diğerinin mümkün olabildiğince kesin bir şekilde katı bir hiyerarşiyle emrine girmesi” gerektiği belirtilir (Zinoviev, 1920). Yani öncü parti merkeziyetçi ve yukarıdan aşağıya bir şekilde örgütlenir. Merkezileşmiş olmanın yanında parti aynı zamanda ‘demokratik’tir. “Demokratik merkeziyetçiliğin ana ilkesi üst parti hücrelerinin aşağıdakiler tarafından seçilmesi, üst yapıların alttakiler üzerinde koşulsuz ve vazgeçilmez bağlayıcı otoriteye sahip olmaları ve otoritesi bir parti konferansından diğerine genel olarak tüm önde gelen parti yoldaşlarınca tanınan güçlü bir parti merkezinin varlığıdır.” (age.) Komünist partinin biri yasal diğer illegal olmak üzere ikili bir yapısının olması bekleniyordu. Önerge “burjuvazinin […] halen iktidarda olduğu ülkelerde Komünist partilerin yasal ve illegal faaliyeti planlı bir şekilde birleştirmeleri gerektiğini” ve “yasal çalışmanın her zaman için illegal partinin gerçek denetimi altında olması”nı savunuyordu (age.). Açık olan illegal yapının partideki gerçek güç olduğu, yasal parti kadar demokratik olmasının beklenemeyeceği ve bu yüzden de yasal partinin daha da az demokratik olacağıdır.

Lenin’in iddialarının aksine parti içinde azınlıkların çoğunluk, tabanın liderlik karşısında eleştirel özerkliği sürdürebilmesi, kongrelerdeki çoğunluk görüşünü veya liderliğin emirlerini tüm üyelerin savunması gerektiği ölçüde imkânsızdır. Deneysel çalışmaların da gösterdiği gibi (Cialdini, 1993) kamu önünde belli bir iddiayı savunan insanlarda kendi özel tutumlarını da bu iddialarla uyumlu kılma yönünde bir eğilim vardır. Kısacası X görüşünü (bir nedenden dolayı) savunduğunu söyleyen insanların inanç sistemi X görüşüne sahip çıkacak şekilde değişim gösterir. Bu ilanlar ne kadar çok kişiye yapılırsa bu görüş o kadar çok benimsenir. Dolayısıyla eğer demokratik merkeziyetçilik adına parti üyeleri kamu önünde parti çizgisini savunurlarsa bu tutumlarından ayrı bir özel tutum sahibi olma imkânları yok olur. Deliller gösteriyor ki bir gurup insanın toplumda fikirsel olarak yekpare bir görünüm bırakma çabasıyla gurup içi tartışmalarda fikirsel farklılıkların korunabilmesi aynı anda mümkün değildir.

Merkeziyetçiliğe atfedilen pratik verimlilik iddialarını eleştirmeden önce bu verimlilik iddiasını savunanların her devrimde parti iktidarını taban demokrasisinin yerine koyma eğilimi taşıyacağını belirtmeliyiz. Partinin, kapitalizm koşulları altında faaliyet gösterdiği için ‘işçi devleti’nden farklı bir örgütlenmeye sahip olacağı iddia edilir. Oysa iki dönem arasındaki farkı net olarak koymak imkânsızdır. Hele de herkes kapitalizmin etkisinin sadece yerli karşıdevrimciler değil, tüm dünya kapitalist sistemi yenilmeden sona ermeyeceğinde hemfikirken. Örnek olarak Ekim Ayaklanmasından sonra Halk Komiserleri Konseyi 30 Ekim’de yasama gücünü tek taraflı olarak eline almak için bir genelge yayımladı. Bu partinin sovyetler ve onların yürütme organları karşısındaki önceliğini gösteriyordu. Bunu takip eden dönemde Bolşevikler yukarıdan artan miktarlarda tam yetkili komiserler atamaya başladılar ve egemen olamadıkları veya egemenliğini yitirdikleri sovyetleri bölerek veya yeniden kurarak siyasal muhaliflerinden temizlediler.

Merkeziyetçilik ve Toplumsal Mücadele

İşbirliği ihtiyacı duyulduğunda elzem olan görevlerin bölüşümü, demokratik merkeziyetçi yapılanma içersinde gerçek bir işbölümüne, emir veren emekle emirleri uygulayan arasında bir işbölümüne dönüşür. Yöneticilerle uygulayıcılar arasındaki bölünme kendiliğinden derinleşme eğilimindedir. Önderler rollerinde uzmanlaşıp vazgeçilmez olurken emirleri uygulayanlar somut işlerinde bağlı kalır. Bilgiden, duruma dair genel bir bakıştan ve örgütsel sorunların içeriklerinden mahrum kalan, parti hayatına katılım eksikliği yüzünden gelişimleri bir seviyede durmaya yüz tutan alt kademelerdeki militanlar zamanla yukarıdakileri daha da az denetleyebilir hale gelir.

Bu işbölümünün ‘demokrasi’ tarafından sınırlanacağı varsayılır. Fakat çoğunluğun yönetmesi demek olan demokrasi, burjuva parlamenter demokrasiden kopyalanan ve içeriği boşaltılmış haliyle çoğunluğun yöneticilerini seçmesine dönüşür. Bu da liderlerin sınırsız gücünü saklayan bir örtü görevi görür. Nasıl bir parlamenter cumhuriyetteki halk belli aralıklarla parlamentoya temsilciler seçmekle egemen hale gelmiyorsa, yılda bir merkez komiteye birini seçtiği için örgüt tabanı da egemen hale gelmez.

İdeal bir Leninist parti içersinde demokratik merkeziyetçiliğin nasıl işleyeceğini düşünelim. Bir merkez komitenin demokratik olarak seçilmiş bir kongre tarafından kurulması bir fark yaratmaz, çünkü seçildikten sonra parti yapısı üzerinde tam bir egemenlik sürer (ve istediği örgütleri feshedebilir, militanları atabilir vs.) ve gelecek kongrenin kompozisyonunu belirleyebilir. Genelde parti kongrelerindeki öneriler ya liderlikten gelir ya da onun konumunu destekleyecek şekilde olur. Eğer şube üyeleri liderliği eleştiren önergeler verirlerse onlara kuşkuyla bakılacak ve önergelerin geri çekilmesi için azami baskı yapılacaktır. Ayrıca kongre delegelerinin savunması gereken konumlar genelde şubeleri tarafından önceden belirlenmemiştir ve bu sayede tabandan fikirlerin tartışılmak bir yana ortaya bile çıkmaması sağlanır. Elbette merkez komite bu haklarını onurlu bir şekilde de kullanabilir, iktidarı sınırlanabilir, parti üyeleri hizip kurabilmek gibi siyasal haklara sahip olabilir vs.. Ama sorunun özü değiştirmez, çünkü merkez komite hala örgütün siyasal çizgisini tanımlayan ve onun yukarıdan aşağıya uygulanmasını kontrol eden, yani önderlik işinde sürekli bir tekeli olan, bir organ olarak kalır. Fikirlerin ifade edilmesi, gurubun işleyişi bu fikirlerin sağlam zemin üzerinde şekillenmesini engelledikçe, yani örgütün faaliyetlerine ve ortaya çıkan sorunların çözümüne sürekli bir katılım olmadan, çok az manalıdır. Eğer örgütlenme biçimi genel sorunların çözümünü sadece belli bir kategorideki militanların özgül görevi ve sürekli meşguliyeti yaparsa sadece onların fikirleri diğerleri tarafından sayılır.

Bu sayede kapitalist işyerindeki veya devletteki işbölümü yaratılmış olur. Biçimler insanlardan bağımsız olarak var olamaz ve bu yüzden onlar arsında belli toplumsal ilişki biçimleri oluşturur. Bu toplumsal ilişkilerse onlara maruz kalanları şekillendirir. Aynı otorite biçimlerinin sırf örgütün adı devrimci veya sosyalist diye daha farklı sonuçlar yaratmasını bekleyemeyiz.

Bu noktada üst kademedekilerin durumu alt kademelerden daha iyi analiz edeceği iddia edilebilir. Ne de olsa üst kademeler en yetenekli ve deneyimli üyelerden oluşmaktadır ve bulundukları yükseklikten belli bir konuyu daha geniş bir bağlamda görebilirler. Gerçekteyse merkez komite üyeleri tabandaki üyelere göre dış dünyadan daha izole olabilir. Pek çok merkez komite üyesi tam zamanlı parti çalışanı olduğu için hayatlarını sürdürmek gibi daha temel konulardan uzaktırlar. Aynı şekilde üst kademelerin durumu analiz etmesi için alttan bilgiye ihtiyacı vardır. Eğer alt kademeler kendi politikalarını biçimlendirmede yeteneksizse nasıl öncelikle doğru liderleri seçebilir ve ikincil olarak üst kademelere verilecek uygun bilgiyi sağlayabilir? Bolşevik parti tarihinde görülebileceği gibi partinin merkeziyetçi karakteri, bilginin parti aygıtı içersinde kaybolmasına ve üst kademedekilerin verdiği kararların yerellerdeki gerçek durumla alakasız olmasına, hatta devrimci hareketi baltalamasına (örneğin 1905’te sovyetlere karşı tutumları) yol açmıştır.

Liderliğin toplumsal sorunlar hakkında herkesin üstüde ve ötesinde bir kavrayışa sahip olduğu inancının doğruluğu kuşku götürmenin yanı sıra örgüt içi demokrasiyi olumsuz etkiler. Pek çok üye bu inançla partinin kongreler ve konferanslar arasındaki politikalarının belirlenmesini emanet ettiği parti liderliğinin analizleriyle çelişen fikirlerin, daha formüle edilmeden bile yanlış ve güvenilmez olduğuna inanır. Parti liderliğine sorgusuz bir güven ve itaat pek çok öncü parti tarihinde rastlanan bir olgudur.

Bununla bağlantılı bir diğer inanç parti liderliğinin ‘bilimsel sosyalizm’in, yani tüm toplumsal hayatı kapsayabilecek bir parti ideolojisinin, muhafızı olarak görülmesidir. Partinin ideolojisinin her şeyi açıklayabildiği inancı yeni ve bağımsız düşünmeye duyulan ihtiyacı yok eder, eski pratiği eleştirel olarak incelemeyi ve hataları kabul etmeyi imkânsızlaştırır ve partinin ideolojik sığınağı dışında manalı bir entelektüel girdi arama ihtiyacını ortadan kaldırır.

‘Diyalektik yöntem’in aslında ciddiye alınabilir bir tanımının bulunmaması da bunu ‘bilimsel sosyalizmin muhafızları’nın, yani parti liderlerinin, elinde istedikleri gibi kullanabilecekleri bir araç haline getirir. Bu, özellikle de araçlarla amaçların uyumsuzluğunu meşrulaştırmak için kullanılır. Örneğin Troçkist Tony Cliff şöyle der: “Lenin, kendisinden önce Marks ve Engels gibi, araçların mükemmel şekilde amaçlara uyumlu olamayacağını biliyordu […]. Bununla birlikte araçların amaçlardan tüm farklılığına rağmen onları birleştiren bir merkez çekirdek olursa araçlar istenilen amaca yol açarlar.” (aktaran Brown, y.y.) Tek meselemiz araçların hangi kısmının amaçlarla uyumlu hangi kısmının uyumsuz olacağını bulmaktır. Bunu bulan kişiler parti liderleri olduğuna göre uyumlu kısım partinin şüphesiz devrimci ideolojisi, uyumsuz kısımsa liderlerin tabanı muhalefetine karşın yapmak istedikleri şeyler olur.

Toplumsal mücadelelerin öncüsü olmaktansa Leninist partiler genelde önemli toplumsal hareketleri ve olayların ilk belirtilerini anlamak bir yana en geç fark edenlerdendir. Bu hareketler sokaklara çıktıklarında kendilerini öncü ilan edenlerin dikkatini çeker ve kendi liderliklerine ihtiyaç olduğuna karar verirler. Bu sürecin bir bölümü kendi siyasal programlarını başka taktikler ve örgütsel biçimlerle başarılı olmuş hareketlere yerleştirmeye çabalamalarıdır. Başkalarının deneyiminden öğrenmektense toplumsal hareketler emekçi sınıfın özerkliğini ve savaşkanlığını değil partiyi ilerletecek bir hammadde, yeni parti üyeleri sağlayacak bir kaynak olarak görülür.

Bu davranış kalıbının nedenlerini bulmak güç değildir. Bu nedenler, bu partilerin tercih ettikleri örgütsel yapılanma ve arkalarındaki zihniyette yatar. Anarşist veya Marksist gelenekten gelen özgürlükçü komünistlerin uzun zamandır belirttiği gibi merkeziyetçi, yukarıdan aşağı bir yapılanma mücadele içersindekilerin ihtiyaçlarına cevap veremez. Parti hiyerarşisinin yarattığı durgunluk, yeni gelişmelere yavaş cevap verilmesine ve merkezileşmiş yapısı tabanda olandan tecrit olmasına ve uygun yanıtlar üretememesine yol açar. Lenin’in işçi sınıfının kendiliğinden hareketinin reformizme yol açtığını savunması örneğindeki gibi öncü partinin liderleri daha önce kabul edilmiş olan proleter mücadele biçimlerine uymayan yeni gelişmelerden otomatik olarak kuşku duyar.

Parti büyüdükçe liderlikle taban arasındaki mesafe kaçınılmaz şekilde artar. Liderlik sadece kültleşmez, ayrıca yereldeki koşullardan da uzaklaşır. Kendi toplumsal gerçeklikleriyle iç içe olan yereldeki guruplar merkeze boyun eğer hale gelir. Kararların uygulanacağı yere ne kadar uzakta kararlar alınırsa, kararlar o kadar muhafazakârlaşır, süreç o kadar bürokratikleşir ve yaratıcılığın ve devrimci amaçlara çıkarsız bağlılığın yerini büyük örgüt saygınlığı ve itibar kaygıları alır.

Öncü partinin – daha doğrusu partilerin – verimliliğini sergileyen garip bir gerçek, pek çok Leninist’in bürokratik iç yapılanmaları nedeniyle mevcut partilere girmemesi, hayal kırıklığı içinde ayrılmaları veya bunları demokratikleştirmeye çalışırken atılmalarıdır. Eğer öncü partiler devrimci militanlar için bu kadar olumluysalar neden sürekli bir üye sorunu yaşıyorlar? Bu eski üye çokluğunun nedeni nedir? Neden pek çok parti eski üyesi Leninist, genel norm haline gelen bürokratik merkeziyetçilik yerine kendi kafalarındaki demokratik merkeziyetçiliğin bulunabileceği bir parti arıyor veya kurmaya çalışıyor?

(İkinci Bölüm)

Yazının ilk kısmında Leninist teorinin felsefi ve örgütsel açılımlarının sorunlarına dikkat çekmeye çalıştım. Günümüzün kapitalist toplumu, devlet iktidarını ve sermayeyi kontrol eden egemen sınıflarca yönetilir. Egemen sınıflar, idarecilerden oluşan devlet ve şirket bürokrasileri dışındaki tüm ücretli çalışanlardan ve sadece geçici olarak bu kategorinin dışında olan işsizlerle öğrencilerin büyük çoğunluğundan oluşan emekçiler üstünde hüküm sürer. Sınıflar arasındaki mücadele emekçileri siyasallaşmaya iterken Leninist teori, onların ulaşabileceği sonuçları ekonomik/sendikal bilinçle sınırlandığını iddia eder ve toplumsal devrimin politik görevlerini sadece Leninist parti örgütünün gerçekleştirebileceğini söyler. Bu görevler hem devrimci komünist teoriye ulaşmayı ve onu geliştirmeyi, hem de emekçi kitlelerin yönetilmesini kapsar. Kapitalist toplumda sendikalar gibi kitle örgütlerinden devrim sonrası “işçi” devletine uzanan bu yönetim hiyerarşik bir doğaya sahiptir. Bir grup birey, örgütün ya da toplumun diğer üyelerinin bir girdisi olsa da olmasa da herkesi ilgilendiren kararları alır. Onlar kararları aldıkça örgütün tepeden aşağı yapısı ve propaganda sayesinde yukarıdakiler ululaştırıldıkça aşağıdakiler ya itaatkâr araçlara dönüştürülür ya da sapkın düşünceleri lanetlenerek partiden atılırlar.

Merkeziyetçi partinin hiyerarşisine yapılan vurgular aslında Leninistlerin elinde “emekçilerin kurtuluşu emekçilerin eseri olacaktır” formülünün nasıl da zavallılaştırıldığını gösterir. Demokratik merkeziyetçilikle bürokratik diktatörlük arasında aslında bir adım bile mesafe yoktur. Devrimci örgüt içersinde karşı çıkıldığı iddia edilen devlet aygıtının bir benzeri yaratılınca emekçilerin sorunlarından ve zihin dünyasından uzak bir ayrıcalıklı profesyoneller sınıfı ortaya çıkar. Bu ayrıcalıklı sınıf kapitalizm altında devrimci örgütte bürokratik ve sınıf mücadelesinin ilerlemesin baltalayıcı eğilimler yaratırken eğer parti devlet iktidarı ele geçirmeyi becerirse hızla yeni bir egemen sınıfa – toplumun tüm kaynakları üstünde kontrolü olan devlet bürokrasisine - dönüşür. Liderleri seçmeye indirgenen bir demokrasi, günümüz toplumunda hiçbir şeyi değiştirmeye yaramadığı gibi devlet kontrolünün mutlaklaştırıldığı bir gelecekte de tamamen yararsız olacaktır.

İlk bölümde daha ayrıntılı şekilde temellendirdiğim bu tezler kuşkusuz okuyucuda örgütlenme fikrine karşı bir soğukluk yaratabilir. Amacımız sömürünün ve baskının kaldırılarak insan özgürlüğünün arttırılması ise ve tanımı gereği örgütlenmek özgürlüğü o ya da bu şekilde sınırlamayı gerektiriyorsa niye birbiriyle çelişen bu iki kavramı bir arada kullanmaya çalışalım? Örgütlenme karşısındaki bu önyargı binlerce yıldır insanların içinde yaşadığı hiyerarşik şekilde örgütlenmiş toplumların yarattığı bir yanlış algılamadır. Örgütlenme en basit tanımıyla bireylerin bir amaca ulaşmak için aralarında anlaşması ve işbirliği yapması demektir. Eşitlikçi bir ilişki üzerinden yapılan işbirliği ise özgürlüğün sınırlanması değil, bizzat onun kullanımıdır. Özgürlüğümüz kimseyle anlaşma yapmamamızı gerektirseydi özgürlük tüm toplumsal ilişkileri tahrip eden zorbaca bir düşünce olurdu.

Yarını Bugünden Yaratmak

Toplumsal ilişkiler, bir devrim anından veya bir icattan sonra birdenbire değişmeyeceklerdir. Bugün benimsenen hiyerarşik örgütlenme yolları geleceğin toplumunu nasıl olumsuz yönde etkiliyorsa istediğimiz geleceğe uygun örgütlenme yolları da olumlu şekilde etkileyeceklerdir. Sömürünün egemen olduğu bir toplumdan sömürüsüz, baskı ve zorlamanın egemen olduğu bir toplumda özgürlükçü yollar kullanmadan ulaşamayız. Bu yollar geleceğin toplumunun insan temelini oluşturacaktır. Örneğin defalarca görüldüğü gibi hiyerarşik bir örgüt pasif uygulayıcılarla seçkin idareciler yaratmaktadır. O zaman bizim amaçladığımız insan profilini yaratacak bir örgüte ihtiyacımız vardır.

Hiyerarşik örgütlenme deneyimlerinin kanıtladığı gibi geleceğin insanının temelini bugünden hazırlayacak bir örgütlenme anti-hiyerarşik ve eşitlikçi olmalıdır. Bu iki nitelik toplumdaki veya örgütteki her bireyin bir karar alındığı zaman eşit söz ve oy hakkına sahip olması demektir. Her üyenin görüşleri diğerlerine ulaştırılmalıysa örgüt içersinde sansür uygulayabilecek veya bir üyeyi kendi kafasına göre atabilecek hiçbir iktidar odağı olmamalıdır. Her üye kendisini ilgilendiren bir kararın alınmasında oy hakkına sahipse örgütsel kararlar ayrıcalıklı bir grup tarafından değil, tüm üyelerin katılımıyla alınmalıdır. Bu şekilde bizi kısır seçeneklere mahkûm eden günümüzdeki temsili/parlamenter demokrasinin yerine doğrudan demokrasi inşa edilecek ve demokrasi herkesin liderleri seçmesi değil, herkesin kararları alması demek olacaktır. Bu durumda ihtiyacımız olan federal bağlarla birleşmiş doğrudan demokratik gruplardan oluşan örgütlenmelerdir.

Federal bir yapılanmada kararlar onlardan etkilenenlerce alınacaktır. Bu federasyona üye bir kolektifin kullanacağı taktiklerin ve benimsediği teorik temelin kendisine dayatılamayacağı; ancak rızası alınarak teori ve taktiklerin yaşama geçirilebileceği manasına gelir. Örgütsel kararlar herkesin katıldığı veya bunun imkânı yoksa delegelerin katıldığı kongrelerde alınır. Hiyerarşik örgütlerde kongrelere katılan temsilciler bilgisinden sual olunmaz profesyonellerdir ve onları denetlemenin bir olanağı yok gibidir. Federalist bir örgütte ise kongre sürecine girilmeden her üyenin eşit söz hakkı olan bir ortamda konuşulacak konular masaya yatırılır. Gönderilen delegeler, kolektiflerden çıkan ortak kararı en iyi şekilde kongrede savunabilme kriterine göre seçilir ve kolektif kendi delegesini gözlemler, gerektiğinde ona hesap sorar, hatta geri çağırabilir.

Bireyler arasında eşitlikçi ilişkiler kurmak doğal olarak söylendiği kadar basit değildir. İktidar eşitsizlikleri her zaman istenmeyen ve topluluğa zarar veren öğeler olsalar da iki durumda katı hiyerarşilere yol açmamaların önü tıkanabildiği sürece kullanılmalıdırlar. Birinci durum teknik otorite diyebileceğimiz, belli konularda uzmanlaşmış kişilerdir. Uzmanlaşma işbirliğinin verimliliğini arttıran bir öğedir ve her zaman az ya da çok miktarda olacaktır. İkincisiyse önceden karar verilmiş görevlerin yürütülmesini denetleme görevi verilmiş kişilerdir. Bu kişiler bir mesajı ileten delegeler veya bir faaliyetin koordinasyonunu üstlenen kişiler olabilir. Bu kişiler en azından belli bir zaman diliminde diğerlerinden daha fazla hakka sahip olacaklardır. Özgürlükçü bir örgüt; görevlilerin tabana hesap verebilirliğini ve gerektiğinde geri çağrılmalarını sağlayarak, bu iktidarı mümkün olan en fazla insan arasında dağıtarak, görevleri dönüşümlü yaparak, beceri ve bilgi paylaşımını sağlayarak karşısına sürekli olarak çıkacak bu gibi iktidar eşitsizliklerinin üstesinden gelir.

Devrimci Örgütlenme

Bugünün içinde yarının nüvelerini yaratacak bu federalist örgütlenmeler bazı kısmi ortak talepler etrafında biçimlenen kitle örgütleri (sendikalar, mahalle dernekleri, köylü veya öğrenci hareketleri vs.) olabileceği gibi toplumsal düzenin bütüncül değişimini amaçlayan devrimci yapılar da olabilir. Devrimci yapılar toplumsal dönüşümlerin vazgeçilmez parçalarıdır. Egemenlerin saldırıları karşısında siyasallaşan ve sistemin toptan değişmesi gerektiğine ikna olan bireyler teoriye ve taktiklere dair ortaklıklar temelinde hem kendi devrimciliklerini sürdürülebilir kılan, hem de işbirliği yoluyla faaliyetleri güçlendirerek diğer insanların devrimcileşmesini kolaylaştıran örgütler kurar veya var olan örgütlere katılır. Her kendiliğinden isyanın temelinde bu gibi grupların yıllar süren eğitim ve propaganda çalışmalarının eseri vardır.

Devrimci örgütler, toplumu dönüştüreceğini savundukları sınıfın bir parçası oldukça bu görevlerini yerine getirebilirler. Emekçilerle birlikte yaşamayan ve onların mücadelelerini paylaşmayan, fakat onların çıkarlarını onlardan daha iyi bildiğini savunan bir örgüt ne kadar iyi niyetlerle kurulmuş olursa olsun ya yok olacaktır ya da bir tür seçkinciliğe evrilecektir. Bundan iki-üç yüzyıl önce Fransız devrimiyle çalkalanan Avrupa’da oluşan sosyalizm gibi fikirler burjuva kökenli yazarlarca ilk defa yazılı şekilde ilan edildiklerinde toplumu daha verimli şekilde idare etmeyi hedefleyen reformist planlardan ibarettiler. Bu fikirleri dönüştürmekle kalmayıp onlara gereken devrimci ruhu aşılayan ve onlara uygun taktikleri ortaya çıkaran ise emekçilerin yarattığı sınıf mücadelesi deneyimleridir. Onlardan emekçilerin deneyimlerini çıkarırsanız elinizde kuru fanteziler kalır. (Bu burjuva yazarlardan çok önce çeşitli sınıf mücadelelerinin ortak mülkiyete, katılımcı ve eşitlikçi ekonomilere dayanan planları fiiliyata geçirdiklerini unutmamakta fayda var.)

Bu iddia emekçilerden oluşan her örgütün devrimcilik ve özgürlükçülük timsali olduğu anlamına gelmez. Daha çok acı çekenin daha erdemli olacağı dinsel mitlerden gelen bir safsatadan ibarettir. Günümüz toplumunda emekçiler arasında nasıl hiyerarşiler varsa devrimci örgütün üyesi olan emekçilerle diğerleri arasında da bunlar oluşabilir. Bu yanlış ilişkilerin nedenleri toplumun içinde bulunan eşitsizliklerin örgütün dışarısıyla ilişkisinde de tekrar etmesinden kaynaklanabilir. Ama doğrudan devrimcilikten ne anladığımızı ilgilendiren ve daha vahim olan iki hata, toplumun geleceği için çok fedakârlık yaptığına inanan bir aktivist böbürlenmesi ve kimsenin ulaşamayacağı teorik derinliklere ulaştığına inanan bilgiççe bir idare arzusudur. İkincisi toplumsal eşitsizliklerin ve yönetim mantığının yeni biçimlerde devamını sağlarken birincisi bireyin kendisi için yaptığı devrimci faaliyetten yabancılaştığını ve başkalarına hizmet sağlayan ve bunun da içten içe karşılığını bekleyen bir görevliye dönüştüğünü gösterir.

Devrimci örgüt nasıl kendi içersinde eşitlikçiliğe dayanan bir ilişki kuruyor ve kimsenin diğerini yönetmemesini sağlıyorsa örgütün dışındakilerle arasındaki ilişkilerde de tahakküme izin vermemelidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi emekçi sınıf içersinde siyasal gelişimin eşitsiz olduğunun bilincindeyiz. Leninizm’le farkımız komünist fikirlerin nasıl geliştiği ve yayılabileceği hakkındadır.

Devrimci örgütün rolü; devrimci faaliyeti koordine etmek, fikirleri tartışmak ve gözden geçirmek; kendilerinin ve başkalarının deneyimlerinden çıkardıkları sonuçları diğer emekçilerin de kabul etmesini sağlamaktır. Böyle bir grubun amacı, söz ve eylemle emekçilere mücadelelerinde yardımcı olmak ve mücadelenin komünist sonuçlarını ortaya çıkarıp netleştirmektir. Sınıflı toplumların getirdiği yöneten-yönetilen ayrımını aşarak emekçilerin çoğunluğunu mücadeleye ve devrimci siyasete çekmeyi ve mücadelenin bizzat sahipleri tarafından yönetilmesini hedefler. Devrimci fikirlerin yayılmasını sağlayacak olan bu katılım ve siyasal tartışmadır.

Yani bizim için mümkün olan en tam demokrasi ve özgürlüğün gerekli olmasının nedeni emekçiler arasındaki siyasal çeşitliliğin ve siyasal bilincin eşitsiz gelişiminin kendisidir. Sadece eşitlikçi tartışma ve öz-eylemle mücadeledekilerin siyasal fikirleri gelişebilir ve değişebilir. Sınıfın siyasal çeşitliliği bahane ederek tek parti iktidarını savunanlara karşı en etkili argüman bu çeşitliliğin kendisinin tek görüşün sorgusuz sualsiz egemenliğini yadsıdığıdır. Eğer herkes aynı fikirde olsaydı, demokrasiye ihtiyacımız olmazdı. Herkesin deneyimleri, algıları ve çıkardığı sonuçlar farklı olduğundan dolayı bizim bunları birleştirmek için iyi işleyen bir doğrudan demokrasiye ihtiyacımız var.

Teorik ve Taktik Birlik

Şimdiye kadar hiyerarşik olmayan örgütlerin burjuvaziye karşı emeğin savunulmasını amaçlayan sendikalardan toplumsal devrimi hedefleyen devrimci yapılara kadar farklı teorik ortaklıklar temelinde kurulabileceğini ve federalist bir doğrudan demokrasinin neden ve nasıl işlemesi gerektiğini irdeledim. Devrimci gruplar, temel talepler etrafında örgütlenen kitle örgütlerinin aksine kendi teorik ortaklıklarını arttırmak zorundadırlar, çünkü mevcut sistemin değiştirilmesi öncelikle o sistemi bütünlüklü bir analizini gerektirir. Eğer bir makinenin tamamını kavrayamamışsanız, onda yapabileceğiniz değişiklik ancak kısmı kalır ve eğer karşısında bir toplumsal sistem varsa, yapılan dönüşümün kısmiliği geriye dönüş tehdidini arttırır, çünkü sorunların temellerine inmeyi başaramamışsınızdır.

Örgüt içersinde teorik birliği arttırmaya çalışmak aynı konular üzerinden giden tartışmalara daha az enerji harcanmasını sağlayacaktır. Elbette bir konudaki tartışma miktarı o konunun pratikteki önemine göre değişir. Dolayısıyla teorik birlik her konuda ortaklaşıp aynı tutumu takınma demek değildir ki zaten pratikte bunun gerçekleştirilmesi imkânsızdır. Bırakın bir grup insanı, bir bireyin bile her konuya dair tek bir cevabı olamaz. Pratikte önemli olan meseleler teorik birlik amaçlanıyorsa kendilerini zaten göstereceklerdir. Diğer sorunlardaysa örgüt, teorik ortaklığın olmamasını veya çeşitli fikirlere açık bir ortaklığı seçebilir.

Teorik birlik, değindiğimiz gibi doğrudan pratikle bağlantılıdır ve bir sonraki aşama da bunu pratiğe dökmektir. Federalizme ve doğrudan demokrasiye dayanan bir örgütte pratik faaliyetin temeli sadece “herkesin kendisine uygun olanı yapması” olamaz. Yukarıda bahsettiğimiz gibi faaliyetler belirlenen devrimci stratejiye göre şekillendirilmeli ve birbirine zarar veren tutarsız bir taktikler yığını içersinde çalışmaktan kaçınılmalıdır. Bu sayede örgüt içersinde huzursuzluk ortamını engellemekle kalmayacak, aynı zamanda belli taktiklere önem verilmesi sayesinde o konularda örgütün sahip olduğu pratik güç ve yetkinlik artar. Örgütlenmenin getireceği tüm kazançlar kullanılmış olur: Çalışmada devamlılık, birilerinin diğerlerinin zayıflıklarını kapatması, çabaların yoğunlaşması, gücün ekonomik kullanımı, her an için ihtiyaçlara ve olaylara en etkin şekilde cevap verilmesi.

Tutarlı ve odaklı bir taktikler dizisi toplumsal dönüşümlerde örgütün etkisini de arttıracaktır. Devrimci bir örgüt, günümüzdeki sayısız örgütten oluşa devrimci cenahta da görülebileceği gibi asla emekçiler arasında tek başına yer almayacaktır. Diğer örgütlerle de görüşlerini emekçilere yaymak için yarışmak zorundadır. Ancak tutarlı ve odaklı bir faaliyet fikirlerin yayılmasını garantiye alabilir, çünkü fikirlerin sağlamlının ve gücünün kendi başına insanları çekmesini beklersek insanların isteklerini başka örgütlerin teorileriyle ve dolayısıyla da onların araçlarıyla ifade etmesine kapıyı ardına dek aralamış oluruz. Hem statükocular hem de devrimciler arasında devletçi fikirler yaygın olduğu için böyle bir sorumsuzluk yapan bir örgüt eninde sonunda yalnızlaştırılıp baskı altında yıkılmaya mahkûm olacaktır.

Taktik birliğin belirlenmesi şüphesiz ki insanların özgür bir tartışma ortamında belirleyeceği bir şeydir. Hiyerarşik örgütler koşulların analiz edilmesini örgüt adına karar veren bir grup entelektüelin birikimine dayandırırken özgürlükçü bir örgüt bunu kendi içindeki demokrasiye dayandırır. Taktikler tartışma süreci sonunda belli bir çoğunluğun onayıyla kabul edilecek veya reddedileceklerdir. Kabul edilen bazı taktiklere muhalif olan azınlık kendi görüşünün örgütün ortaklığını bağlamadığını ifade ettiği sürece karşı çıktığı noktaları özgürce dillendirebilecektir. Örgütün gücü tepedeki liderlerin söylediklerini sürekli olarak tekrar etmekten değil, emekçilerin içersinde özgür tartışma zeminlerinin yaratılmasıyla sınıfın kolektif aklının harekete geçirilmesinden geldiği için örgütsel faaliyeti baltalamayan fikirsel çeşitlilik olumludur.

Liderlik ve Disiplin

Liderlik ve disiplin kelimeleri, insanlara en az örgüt kelimesi kadar çok baskıcı çağrışımlar yaparlar. Dolayısıyla bunları kullanmak da amaçlarımızla çelişki içersinde görünür, çünkü bunlar özgürlüğün en büyük düşmanlarıdır. Aslında bunları düşünmeksizin reddetmek devletçilerin eline verilecek en büyük koz olacaktır. Göstermeye çalıştığım gibi bu toplumun çarpıklıklarından arındırılmış bir örgüt kavramı nasıl özgürlük üzerinde bir kısıttan özgürlüğün pratik ifadesine dönüşüyorsa hiyerarşik olmayan liderlik ve disiplin de özgür bir toplum mücadelesinin vazgeçilmez öğeleridir.

Disiplin kavramıyla temelde ifade edilen bireylerin belli kurallara ve kararları sıkı sıkıya uymalarıdır. Fakat herhangi bir sözlüğe bakarsanız bu kavramın doğrudan tepeden inme kararlara bağladığını ve askeri disiplin, parti disiplini gibi örnekleri olduğunu görürsünüz. Okullardan işyerlerine kadar sıkça rastladığımız bu tür bir disipline şüphesiz ki ihtiyacımız yoktur. Bizim ihtiyacımız ola disiplin, eşitlik temelinde bir birliktelik ve özgür tartışma ile alınan kararların titizlikle uygulanmasıdır. Emirleri uygulayan eller ve ayaklara değil, bilinçli siyasal eylemlerini birleştiren insanlara ihtiyacımız var. Bazen özdisiplin olarak da adlandırılan bu şekilde bir disiplin her toplumsal mücadelenin ihtiyaç duyduğu koordinasyonun gıdasıdır.

Benzer şekilde liderlik kelimesiyle yaşadığımız sorun da onun hiyerarşi ile iç içe geçmesidir. Herkesin kabul edebileceği bir gerçek, bir toplumsal mücadelenin başlaması için bir grubun öncülük edeceğidir. Bu grup önceden planlanmış devrimci amaçlara sahip olabileceği gibi sınıfsal çelişkilerin baskısıyla bu hareketi gerçekleştirmeye itilen emekçilerden de oluşabilir. Sorun, bunu kabul etmek değildir. Sorun, bu öncülüğün neye dönüşeceğidir.

Kendi sınıfının içersinde yarının ilişkilerini bugünden kurmayı hedefleyen bir devrimci örgüt, ne başkalarının peşinden gitmek için bekler, ne de emek mücadelesi üstünde kendi iktidarını kurmaya çalışır. Eğer bu öncü hareketin ardından emekçilerin toplanacağı doğrudan demokratik yapılar kuruluyorsa ve elde edilen mücadele deneyiminin paylaşımı, siyasal netleşme ve mücadelede özne olma teşvik ediliyorsa, bizim için olumludur. Eğer öncülük edenleri tepesine taşıyan hiyerarşik bir kurum oluşturuyorsa, içinde bulunduğu sistemin hastalıklarını yeniden üretiyordur ve şiddetle reddedilmelidir.

Devrimci Örgüt ve Güvenlik

Demokratik merkeziyetçiliğe atfedilen en temel verimlilik iddiası olan merkezileşmiş bir önderliğin polis ajanlarının parti aygıtına girmesini engellediği iddiası Rusya örneğiyle çelişmektedir. Polis ajanları partinin en yüksek yapılarına ulaşabilmişti. 1910’da bir polis ajanı partinin Moskova bölge örgütünün başına geçti. 1912’deki kuruluşundan beri partinin gazetesinin editörleri arasında iki polis ajanı vardı. Bunlardan biri, Roman Malinovski, partinin güçsüz Rus Parlamentosu Duma’daki lideri oldu ve parti merkez komitesine seçildi. 1914’te Malinovski’nin bir istihbarat servisi ajanı olduğu dedikoduları yayılınca parti bir araştırma düzenledi ve siyasal dürüstlüğünün kuşku götürmez olduğu sonucuna vardı. Malinovski’nin gerçek kimliği ancak 1917’de Bolşevikler iktidarı ele geçirdikten sonra ortaya çıktı.

Özerk devrimci grupların federal bir yapılanmasının daha zor girilebilir olmasa bile girildiğinde de daha az olumsuz sonuçlar doğuracağını iddia edebiliriz. Bolşeviklerde olduğu gibi parti gazetesinin destekçi ve abonelerinin tam listesi bir merkez komite üyesi tarafından polise verilebiliyorsa bu tip bir örgütlenme korkunç bir tehlike barındırıyor demektir. Eğer kitleler parti liderlerinin rehberliğine ihtiyaç duyuyorsa, eğer gizlilik nedeniyle bunları seçemiyorsa ve eğer alt parti organları bu liderlerin emirlerini takip ediyorsa; en üst düzey organlarda polis ajanları bulunmasının sonuçları neler olur? Açıkçası merkez ele geçirildi mi tüm örgüt ve bağlantıları polisin önüne seriliverir. Özellikle baskı zamanlarında böyle bir yapılanma tehlikelidir, çünkü liderliğin yakalanmasıyla parti felç geçirir, itaatkâr tabanın itaat edeceği hiç kimse kalmaz ve demoralizasyon hızla yayılır. Parti sadece baskıcı atmosfer yüzünden değil, aynı zamanda iç kaynakların ortadan kalkması yüzünden de parçalanır.

Devrimci örgütün ne olursa olsun yaşatılmasının zorunluluğuna dair vurgu esas olarak Leninizm’in devrim meselesini bir parti meselesi olarak görmesinden gelmiştir. Lenin 1917’de sınıfın özeyleminin en üst politik ifadesi olan sovyetlerin farkına vardığında ve bunlara karşı düşmanca ve onları bir rakip olarak gören tavrı aştığında bile bunları ancak üzerinden partinin iktidarı ele geçireceği yapılar olarak görebilmiştir. Oysa örgüt daha temel bir soruya verilen bir yanıttır: Biz, kendimize devrimci diyenler, nasıl devrimci olarak kalmayı başarıp kendimizi bu konuda yetkinleştireceğiz ve çevremizdekilerin devrimcileşmesine katkıda bulunacağız?

Varoluşu kesintisiz olan bir siyasal örgütün gerekliliği işte bu sorunun yanıtıdır. Devrimler tarihinin gösterdiği gibi her devrimin arka planını belli koşullar altında kurulmuş başka koşullar altında varlık nedenini yitiren, yeni koşullara uyum sağlayabilen veya devletin zor gücü ya da kendi sorunları yüzünden çöken sayısız örgüt oluşturur. Bunların hepsinin toplamı tüm parçalılığıyla devrimci süreci oluşturur. Burada “örgüt nasıl hayatta kalır” sorusu şu sorunun yanında ikincil kalmaktadır: Hangi biçimlerdeki ve içerikteki örgütler bireylerin devrimcileşmesini ve devrimci kalmasını sağlamıştır?

Devlet baskısı altında çökertilen bir örgüt başarısız addedilebilir. Oysa tutsak düşenler devrimcilikten vazgeçmemişse, ondan etkilenen insanlar yeni baştan yerellerinde devrimci örgütü kurmaya çabalayabiliyorlarsa, yani bu örgüt devrimci bireylerin oluşmasına katkıda bulunabilmişse süreci bir bütün olarak görenler için başarılıdır. Bunun tersi olarak her tür baskıya dayanacak şekilde merkezi yapısını koruyabilen bir örgüt düşünebiliriz. Bu örgüt, belli sayıda insanla sınırlı kalmışsa veya devrimcileşen bireyleri bünyesine alıp daha sonra onları devrimci niteliklerini kaybetmiş şekilde uzaklaştıran bir döngüyü sürdürüyorsa hiçbir başarıdan söz edemeyiz.

Bu yazıda emekçilerin içersinde emekçilerin iktidarı için mücadele edecek bir örgütlenme anlayışını benimseyen özgürlükçü devrimcilerin tarihsel birikimini aktarmaya çalıştım. Amaçlarla araçların uyumuna dayanmayan, eşitlikçi bir toplumun yaratılmasını iktidara geçecek bir grup sahibi insanın dirayetine, yozlaşmazlığına ve iradesine bağlayan her teori insanların içersinde bulundukları yapılarca şekillendirildiğini gözden kaçırmıştır. Hiyerarşik bir kurum olarak devletin benzeri şekilde hiyerarşik bir kurum olan devrimci parti tarafından ele geçirilmesiyle bir şekilde hiyerarşik olmayan bir topluma ulaşabileceğimiz geçtiğimiz yüzyılın en büyük hatası olmuştur. Bunun bir alternatifi vardır ve yaratılmalıdır: Teorik ve taktik birlik esasına dayanan federalist ve doğrudan demokratik bir devrimciler örgütü.

Kaynakça:

Anarşist Sıkça Sorulan Sorular. Alındığı Yer: http://uk.geocities.com/anarsistbakis/anarchy_articles.html
Brown, A. (y.y.). A Fresh Look At Lenin. Alındığı Yer: http://www.geocities.com/cordobakaf/solidarity_lenin.html
Cialdini, R. (1993). Influence: Science and Practice (3. Basım). New York: Harper Collins
Dielo Truda Grubu. Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu. Alındığı Yer: http://www.anarsistkomunizm.org/Tacanka/arsiv/lkp3.HTM
Fontenis, G. Manifesto of Libertarian Communism [Liberter Komünizm Manifestosu]. Alındığı Yer: http://libcom.org/library/manifesto-of-libertarian-communism-georges-fontenis
I.A.F.C. (Uluslararsı Anarşist Sık Sorulan Sorular Kolektifi) (2006a). Section H - Why do anarchists oppose state socialism?. Alındığı yer: http://www.infoshop.org/faq/secHcon.html
Lenin, V. İ. (1902). Ne Yapmalı. Alındığı Yer: http://www.kurtuluscephesi.com/lenin/neyapmali.html
Lenin, V. İ. (1904). Bir Adım İleri, İki Adım Geri. Alındığı Yer: http://www.kurtuluscephesi.com/lenin/biradim.html
Zinoviev, G. (1920). Theses on the Role of the Communist Party in the Proletarian Revolution. Alındığı Yer: http://www.marxists.org/history/international/comintern/2nd-congress/ch03a.htm

This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]