user preferences

Recent articles by Peggy Kornegger
This author has not submitted any other articles.
Recent Articles about Uluslararası Cinsiyet

Για τον Άνθρω&#... Dec 09 22 by Joseph Déjacque

Σούλα Μαρινο ... May 23 22 by Γιώργος Λαουτάρης

Il vecchio mondo opprime le donne. La loro forza lo distruggerà! Mar 09 22 by Varie organizzazioni anarchiche

Anarşizm: Feminist Bağlantı

category uluslararası | cinsiyet | opinion/analysis author Saturday September 06, 2008 00:58author by Peggy Korneggerauthor email miasnikov at gmail dot com Report this post to the editors

Peggy Kornegger, ABD'de İkinci Dalga adlı feminist bir derginin editörlerindendi. Bu makale derginin Bahar 1975 tarihli sayısında yayımlandı. "Feminizm, Anarşizm ve Ekonomi" başlıklı bir diğer yazısı da Yaz/Sonbahar 1976 sayısında yayımlandı.
fem017.gif

Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, [...] ile gösterilmiştir.

Onbir yıl önce İllinois'in küçük bir kasaba lisesinde [okurken], "anarşizm" kelimesini hiç duymamıştım --hiçbir şekilde. En yakın bildiğim şey anarşinin "kaos" anlamına geldiğiydi. Sosyalizm ve komünizme gelince, tarih derslerim bir şekilde onlarla faşizm --akla Hitler'i, toplama kamplarını, ve bizimki gibi özgür bir ülkede asla olmayan her türden korkunç şeyi getiren bir kelime-- arasında hiçbir fark olmadığı mesajını aktarmıştı. Bana Amerikan politikasının sıkıcı laf salatalarını ustalıkla yutmak öğretilmişti: ılımlılık, uzlaşma, çitin üstünde oturmak [ing. fence-straddling, iki taraf arasında konum belirlemeyerek orta noktada durmak anlamında], harika çocuk olarak Chuck Percy. Dersimi iyi öğrendim: tüm "eğitim"imi biçimlendiren taraflılığının ve çarpıklığın farkına varmam yıllarımı aldı. Erkektürünün [ing. mankind, kelime olarak insanlık anlamına gelmekte, ancak burada dile hakim olan ataerkilliği vurgulamak için böyle kullanılmaktadır] "erkeğin-öyküsü" [ing. history, yine burada da kelime anlamı tarih olan history'i kelimenin eril yapısının vurgulamak üzere "his-story" diye kullanılmıştır] sadece şu anlama geliyordu; bir kadın olarak verili [ing. vicarious, vekaleten, başkasının yaşantısına katıldığını hayal ederek] bir varoluşa mahkumdum. Bir anarşist olarak bir varlığa sahip değildim. Geçmişin bütünü (ve böylece geleceğin imkanları) benden çalınmıştı. Birbirleriyle bağlantısız olan politik dürtü ve eğilimlerinin ortak bir çerçeveyi paylaştığını ancak yakın dönemde keşfettim --yani, anarşist veya liberter düşünce geleneği. Renk körü grili yılların ardından birdenbire kırmızıyı görmüş gibiydim.

Emma Goldman benim ilk anarşizm tanımımın malzemesini sundu:

"Anarşizm, öyleyse, insan aklının dinin tahakkümünden; insan bedeninin mülkiyetin tahakkümünden; hükümetin prangalarından ve sınırlılığından özgürleşmesini amaçlar. Anarşizm, gerçek toplumsal zenginliği üretmek amacıyla özgür bireylerin biraraya gelmesine dayanan bir toplumsal düzeni; bireysel arzu, zevk ve eğilimlere göre, her insanın yeryüzüne özgür erişimini ve yaşamın tüm gerekliliklerinden tam [olarak] zevk almasını garanti eden bir düzeni amaçlar."(01)

Çok geçmeden, anarşizm ile radikal feminizm arasında zihinsel bağlantılar kurmaya başladım. Anarka-feminizm hakkındaki heyecanımı başkalarına aktarmanın bir yolu olarak, bu alana dair algıladıklarımın bir kısmını yazıya dökmek benim için çok önemli oldu. Aramızda yanlış anlama ve kıymıklanmayı [ing. splinterism, bir hareketin içinden koparak daha küçük başka hareketlerin ortaya çıkması] arttıran engellerin bazılarını yıkmak için birbirimizle görüşlerimizi paylaşmamız hayati gözüküyor. Kendimi anarka-feminist olarak adlandırmama rağmen, bu tanımlama sosyalizmi, komünizmi, kültürel feminizmi, lezbiyen ayrılmacılığı [ing. seperatism, bağımsızlığını savunan], veya diğer bir düzine politik markayı kolayca içerebilir. Su Negrin'in yazdığı gibi: "Hiçbir politik şemsiye benim bütün ihtiyaçlarımı kapsayamaz."(02) Düşündüğümüzden daha çok ortaklığımız olabilir. Burada kendi tepkilerim ve algılarım üzerine yazıyor olsam da, yaşamımın ya da düşüncelerimin diğer kadınlarınkinden ayrı olduğunu sanmıyorum. Aslında, Kadın Hareketi konusundaki en güçlü inançlarımdan birisi de inanılmaz bir görüş ortaklığı paylaşıyor olduğumuz dur. Benim bu görüşe katılımım belirleyici ifadeler veya katı cevaplar sunmak için değil, daha ziyade bunun etrafında bize canlılık kazandıracağını, ve sürekli olan bireysel ve kolektif büyüme ve evrim/devrim sürecine katkı yapacağını umut ettiğim olanakları ve değişebilir bağlantıları sunmaktır.

ANARŞİZM GERÇEKTE NE ANLAMA GELİR?

Anarşizm uzunca süreden beri o kadar yerilmiş ve yanlış yorumlanmıştır ki, belki de onun ne olduğunu ve ne olmadığının açıklamasıyla başlamak en önemli şey olabilir. Muhtamelen en yaygın anarşist klişesi, siyah pelerinin altında ateş almış bir bombayı saklayan kötü niyetli bakışlara sahip, yolundaki her şeyi yok etmeye ve herkesi öldürmeye hazır bir adam [görüntüsüdür]. Bu görüntü politik [görüşleri] ne olursa olsun insanların çoğunda korku ve uzak durma yaratır; sonuçta, anarşizm iğrenç, şiddet yanlısı ve aşırı olarak reddedilir. Diğer yanlış düşünce ise anarşistin faydasız, Ütopyacı soyutlamalarla uğraşan ve somut gerçeklikten kopuk, pratik olmayan bir idealist olduğudur. Sonuç yine anarşizmin, bu sefer "imkansız bir düş" olarak, bir kere daha bir kenara atılmasıdır.

Bu görüntülerin ikisi de doğru değildir (hem anarşist suikastçiler ve hem de idealistler olsa da --sağ veya sol pek çok politik harekette olduğu gibi). Neyin doğru olduğu tabii ki bir kimsenin referans aldığı çerçeveye dayanır. Aynen farklı sosyalist türlerinin olması gibi, farklı anarşist türleri de vardır. Benim burada hakkında konuşacağım, özünde liberter (yani otoriter olmayan) sosyalizmle aynı olarak değerlendirdiğim komünist anarşizmdir. Etiketler [nitelendirici adlandırmalar] feci şekilde kafa karıştırıcı olabilir, bu nedenle terimi açıklığa kavuşturmak umuduyla, anarşizmi üç temel ilkeyi kullanarak tanımlayacağım (bunlardan her birisinin radikal feminist toplumsal analizle ilgili olduğuna inanıyorum --bu konuda daha fazlası ileride):

(1) Otoritenin, hiyerarşinin, hükümetin yıkılmasına olan inanç. Anarşistler --insanın insan üzerinde, devletin topluluk üzerinde [kurduğu]-- iktidarın (ele geçirilmesi yerine) dağıtılmasını isterler. Pek çok sosyalist, bir işçi sınıfı hükümeti ve [bunun] akabinde "devletin sönümlenmesini" isterken, anarşistler araçların amaçları yarattığına, yani güçlü bir Devlet'in kendini daimi kıldığına inanırlar. Anarşizmi başarmanın yegane yolu (anarşist kurama göre) kooperatif, anti-otoriter biçimlerin [usullerin] yaratılması sayesinde olur. Süreci devrimin hedeflerinden ayırmak, baskıcı yapı ve tarzın daimi kılınmasını sağlar.

(2) Hem bireyselliğe hem de kolektifliğe olan inanç. Bireysellik komünist düşünceyle uyumsuz değildir. Ancak rekabeti ve başkalarının gereksinimlerine saygısızlığı körükleyen "arızalı bireycilik"le, başkalarının özgürlüğüne tecavüz etmeksizin özgürlük demek olan gerçek bireysellik arasında bir ayrım yapılmalıdır. Bu özellikle, toplumsal ve politik örgütlenme anlamında --karar almanın "temsilciler" veya "liderler"in eline değil, grup, topluluk, veya fabrikadaki tüm herkese verilmesini sağlayan yapıların yaratılması yoluyla-- bireysel inisiyatif ile kolektif eylemin dengelenmesi demektir. Küçük grup veya toplulukların hiyerarşik olmayan ağı (yani bir piramitsel yapı değil, iç içe geçen halkalar) kanalıyla koordinasyonu ve eylemesi demektir. (Bir sonraki bölümde İspanyol anarşist kollektiflerinin tanımlamalarına bakınız) Nihayet, bu, başarılı bir devrimin, manipüle edilmemiş, özerk birey ve grupların "toplumun ve kendi yaşamlarının doğrudan, aracısız denetimini"(03) ele geçirmek üzere birlikte çalışmasını içinde barındırdığı anlamına gelir.

(3) Hem kendilindenliğe hem de örgütlenmeye inanma. Anarşistler uzunca bir süre kaosu savunmakla suçlandılar. Pekçok insan aslında anarşizmin düzensizlik, karmaşa, şiddetin eşanlamlısı olduğuna inanır. Bu anarşizmin amaçladığı şeyin tamamen yanlış temsil edilmesidir. Anarşistler örgütlenmenin gerekliliğini inkar etmezler; sadece bunun yukarıdan değil aşağıdan, dışarıdan değil içeriden gelmesi gerektiğini iddia ederler. Manipülasyon ve pasifliği besleyen dışardan dayatılmış yapı ve katı kurallar, bir sosyalist "devrim"in alabileceği en tehlikeli biçimdir. Hiç kimse geleceğin tam şeklini dayatamaz. Belirli bir durum bağlamında kendiliğinden eyleme, birey ve grupların değişen ihtiyaçlarına yanıt verecek bir toplum yaratacaksak gereklidir. Anarşistler (bireysel inisiyatifin kaybedilmediği) akışkan biçimlere inanırlar: büyük ölçekli kolektif işbirliği ve koordinasyon ile birlikte küçük ölçekli katılımcı demokrasi.

Anarşizm kulağa hoş geliyor, ancak nasıl çalışacak? Bu tür bir Ütopyacı romantizmin gerçek dünyayla hiçbir ilişkisi olamaz... değil mi? Yanlış. Anarşistler aslında (hiçbirisinin iyi bilinmediği) birkaç olayda (geçici de olsa) başarılı olmuşlardır. Özellikle İspanya ve Fransa anarşist etkinliğin köklü bir tarihine sahiptir, ve kuramsal anarşizmin en heyecan verici somutlaşmalarını gördüğüm iki ülke bunlardı.

KURAMIN ÖTESİNDE -- İSPANYA 1936-39, FRANSA 1968

"Devrim insanlarla, popüler yaratımla ilgili bir şeydir; karşı-devrim Devlet'le ilişkili bir şeydir. Bu hep böyle olmuştur, ve ister Rusya'da, isterse İspanya veya Çin'de olsun, böyle olmak zorundadır."(04) İberya Anarşist Federasyonu (FAI), Tierra y Libertad [Toprak ve Özgürlük], 3 Temmuz, 1936

Söylendiği şekliyle İspanya İç Savaşı'nın yaygın olarak Franco'nun faşist kuvvetleri ile liberal demokrasiye bağlı olanlar arasında basit bir çarpışma olduğuna inanılır. Küçümsenen veya gözardı edilen şey, İspanya'da olanın bir iç savaştan daha fazlası olmasıdır. Ülkenin çoğu yerinde somut bir biçim alan, anarşist ilkelere bağlı olan geniş tabanlı bir toplumsal devrim filizleniyordu. Burada, bu liberter hareketin yavaş yavaş zayıflamasını ve nihai yıkımını [tartışmak], bunun parçası olan kadın ve erkeklerin fiilen başardıklarını tartışmanın yanında daha az önemlidir. Onlar, büyük eşitsizliklere rağmen, anarşizmi işler hale getirdiler.

İspanyol Devrimi sırasındaki anarşist kolektifleştirme ve işçilerin öz-yönetiminin gerçekleştirilmesi, örgütlenme-artı-kendiliğindenliğin klasik bir örneğini sunar. Anarşizm, Hem kırsal hem de kentsel İspanya'da, yıllardan beridir popüler bilincin bir parçası haline gelmişti. Kırsal kesimde, insanlar uzun bir komünalist geleneğe sahiptiler; pek çok köy hala ortak mülkiyeti paylaşıyor veya hiç toprağı olmayanlara arazi veriyordu. Onyıllardır [süregelen] kırsal kolektivizm ve işbirliği, İspanya'ya (Bakunin'in arkadaşı, devrimci bir İtalyan olan Fanelli yoluyla) 1870'lerde gelen kuramsal anarşizmin temelini hazırladı, ve nihayetinde anarşist ilkelerin endüstriyel sendikacılığa uygulanması [demek olan] anarko-sendikalizmin yükselişine yol açtı. 1910'da kurulan Confederacion National del Trebajo [Ulusal Emek Konfederasyonu], işçilerin öz-yönetimi ve kolektifleştirme için eğitim ve hazırlık sağlayan anarko-sendikalist bir sendikaydı (militan Federacion Anarquista İberia (İberya Anarşist Federasyonu) ile yakın ilişki içinde[ydi]). İspanya'nın her yerine ulaşan onbinlerce kitap, gazete ve broşür, genel anarşist düşünce hakkında çok daha fazla bilgilenilmesine katkıda bulundu.(05) Anarko-sendikalist sabotaj, boykot ve genel grev taktikleri; üretim ve ekonomideki eğitim ile birleşen hiyerarşik olmayan anarşist işbirliği ve bireysel inisiyatif ilkeleri, işçilere hem kuramsal hem de pratik bir zemin [arka plan] sağladı. Bu, Temmuz 1936'dan sonra hem fabrikaların hem de toprağın başarılı bir şekilde kendiliğinden ele geçirilmesine yol açtı.

İspanyol sağı Halk Cephesi'nin seçim zaferine 19 Temmuz 1936'da askeri darbeyle cevap verince, halk öfkeyle buna karşı çıktı, darbe 24 saat içinde durduruldu. Bu noktada seçim sandığı başarısı ikincil hale geldi; toplumsal devrim başlamıştı. Sanayi işçileri ya greve ya da fabrikaları fiilen kendileri için işletmeye başlarken, tarım işçileri de toprak sahiplerini önemsemeyerek toprakları kendi adlarına ekmeye başladılar. Kısa bir zaman içinde, İspanya'daki toprakların % 60'ından fazlası kolektif olarak işletilmeye başlanmıştı --toprak sahipleri, patronlar veya rekabetçi teşvikler olmaksızın. Sanayinin kolektifleştirilmesi esasen anarko-sendikalist etkinin en güçlü olduğu Katalonya bölgesinde gerçekleşti. İspanya sanayisinin % 75'i Katalonya'da bulunduğu için, bu hiç de küçük bir başarı değildi.(06) Böylece, 75 yıllık hazırlık ve mücadelenin ardından, liberter ilkelere bağlı bireylerin kendiliğinden kolektif eylemleri sayesinde kolektifleştirme başarılmıştı.

Ancak kolektifleştirme gerçekte ne anlama geliyordu, ve nasıl işliyordu? Genelde, anarşist kolektifler iki düzeyde çalıştılar: (1) küçük ölçekli katılımcı demokrasi ve (2) kontrolün tabanda olduğu büyük ölçekli koordinasyon. Her düzeyde, ana kaygı merkezsizleşme ve bireysel inisiyatifti. Fabrika ve köylerde, yönetsel [ing. administrative] ve koordine edici organlar olarak işleyen konseyler için temsilciler seçiliyordu. Kararlar daima tüm işçilerin katıldığı daha genel üye toplantılarından geliyordu. Temsiliyetin tehlikelerinden sakınmak için temsilcilerin kendileri işçiydi; ve her zaman anında, ve keza dönemsel olarak, yerlerine başkaları seçilebiliyordu. Bu konsey veya komiteler kendinden yönetimin temel birimleriydiler. Daha ileri bir koordinasyon ile buradan, bütün bir endüstri veya coğrafi alan üstündeki işçileri veya işleri birbirlerine bağıntılayan gevşek federasyonlara genişletilebiliyorlardı. Bu sayede, malların dağıtımı ve bölüşümü; ve keza sulama, ulaşım, iletişim gibi daha geniş [ölçekli] programların yürütülmesi gerçekleştirilebiliyordu. Yine vurgu sürecin aşağıdan-yukarıya işlemesineydi. Bireysellikle kolektivizm arasındaki bu ince denge en başarılı şekilde 900 kolektifi kapsayan Levant Köylü Federasyonu, ve yaklaşık 500 kolektiften oluşan Aragon Kolektifler Federasyonu tarafından gerçekleştirildi.

Kendinden yönetimin muhtemelen en önemli yönü ücretlerin eşitlenmesiydi. Bu birçok biçimde gerçekleşti, ancak sıklıkla "aile ücreti" sistemi kullanıldı; ücretler erkek/kadın [işçinin] ve ona bağımlı olanların gereksinimlerine göre para veya kupon olarak her işçiye ödeniyordu. Mallar "para"yla alınırken, fazla olanlarsa ücretsiz dağıtılıyordu.

Ücret eşitlemesinden kaynaklanan faydalar büyüktü. Birkaç kişinin elinde toplanan büyük karlar ortadan kaldırılınca, fazla para sanayinin modernize edilmesi (yani ekipman satın alınması, daha iyi çalışma koşulları) ve toprağın geliştirilmesi (sulama, barajlar, traktörlerin satın alınması, vb.) için kullanılıyordu. Sadece daha etkili koşullarla daha iyi ürünler elde edilmekle kalınmadı, aynı zamanda tüketici fiyatları da düştü. Bu çeşitli sanayi dalları için geçerliydi: tekstil, metal ve silah sanayi, gaz, su, elektrik, fırıncılık, balıkçılık, yerel ulaşım, demiryolları, telefon hizmetleri, optik ürünler, sağlık hizmetleri, vb. İşçilerin kendileri kısalan çalışma haftasından, daha iyi çalışma koşullarından, ücretsiz sağlık hizmetlerinden, işsizlik ödentisinden ve işlerinden duydukları yeni onurdan faydalandılar. Yaratıcılık, kendinden yönetim ve karşılıklı yardımlaşma ruhuyla serpildi; işçiler emek sömürüsü koşullarındakine göre daha iyi olan ürünler üretmekle ilgilendiler. Sosyalizmin işlediğini, rekabet ve açgözlülük motiflerinin gereksiz olduğunu göstermek istediler. Birkaç ay içinde, İspanya'nın birçok yerinde % 50-100 iyileşme gözlendi.

İspanyol anarşistlerinin başarıları yüksek yaşam standardı ve ekonomik eşitliğin ötesine geçti; temel insan ideallerinin gerçekleştirilmesini de içerdi: özgürlük, bireysel yaratıcılık ve kolektif işbirliği. İspanyol anarşist kolektifleri başarısız olmadılar; dışardan çökertildiler. (Sağda ve solda) güçlü bir Devlet'e inananlar, onların --İspanya'dan ve tarihten-- silinmesi için çalıştılar. Yaklaşık sekiz milyon İspanyol insanının başarılı anarşizmi ancak yeni yeni açığa çıkarılıyor.

"C'est pour toi que tu fais la revolution"(07)
(Devrimi kendiniz için yaparsınız)
Daniel ve Gabriel Cohn-Bendit

Anarşizm Fransız tarihinde önemli bir rol oynadı; ancak geçmişe gömülmektense, güncel Mayıs-Haziran 1968 olayına odaklanmak istiyorum. Mayıs-Haziran olayları özel bir öneme sahip, çünkü genel grevin, ve fabrikalara işçilerin üniversitelere ise öğrencilerin el koymasının, modern, kapitalist, tüketim-odaklı bir ülkede olabileceğini ispatladılar. Ek olarak, Fransa'da işçiler ve öğrenciler tarafından öne çıkarılan meseleler (örn. öz-belirlenim, yaşam kalitesi) sınıf çizgilerinin üstünden geçmiş ve kıtlık-ötesi bir toplumda(08) devrimci değişimin olabilirliği için büyük etkilere sahip olmuştur.

22 Mart 1968'de, aralarında Daniel Cohn-Bendit'in de olduğu Nanterre Üniversitesi öğrencileri, hem Vietnam savaşının hem de öğrenci olarak baskı altında tutulmalarının sona erdirilmesi talepleriyle okullarındaki yönetim binalarını işgal ettiler. (Taleplerinin içeriği Kolombiya'dan Berlin'e kadar in loco parentis protestolar yapan öğrencilerinkine benzerdi.) Üniversite kapatıldı, ve gösteriler Sorbonne'a yayıldı. SNESUP (orta-lise ve üniversite hocaları sendikası) grev çağrısı yaptı, ve öğrenci sendikası (UNEF) 6 Mayıs'da bir gösteri örgütledi. O gün, polis ve öğrenciler Latin Mahallesi'nde çarpıştılar; göstericiler sokaklarda barikatlar kurdular, ve birçoğu isyan polisi tarafında vahşice dövüldü. 7'sinde, Enternasyonal'i söyleyerek Etoile'ye doğru yürüyen protestocuların sayısı 20 ile 50 bin kişi arasındaydı. Sonraki birkaç gün içinde, göstericilerle polisler arasında Latin Mahallesi'nde yaşanan hafif çatışmalar giderek şiddetlendi, ve kamuoyu genel olarak polis baskısına karşı öfkeliydi. İşçi sendikaları, öğretmen ve öğrenci birlikleri arasında görüşmeler başladı, ve UNEF ile FEN (öğretmenler sendikası) süresiz grev ve gösteri çağrısında bulundular. 13 Mayıs'ta, yaklaşık altıyüz bin insan (öğrenciler, öğretmenler, ve işçiler) Paris boyunca protesto yürüyüşüne katıldı.

Aynı gün (Fransa'da en güçlü anarko-sendikalist eğilimin olduğu şehir(09)) Nantes'deki Sud-Aviation fabrikası işçileri greve çıktı. İşte on milyonlarca işçiyi --"profesyonelleri ve emekçileri, entelektüelleri ve futbolcuları"(10)-- kapsayan, tarihteki en büyük genel grevi ateşleyen bu eylemdi. Bankalar, posta ofisleri, petrol istasyonları ve mağazalar kapandı; metro ve otobüsler seferlerini durdurdu; ve çöpçüler de greve katıldığı için çöpler ortalığa yığıldı. Sorbonne öğrenciler ve hocalar tarafından işgal edildi; gelmek ve tartışmalara katılmak isteyen herkes oradaydı. Fransız kapitalist toplumunun temellerini sorgulayan politik tartışmalar günlerce devam etti. Tüm Paris'in her yerinde afişler ve graffitiler belirdi: Yasaklamak yasaktır. Ölü vakitlerin olmadığı bir yaşam. Tüm iktidar hayal gücüne. Daha çok tükettikçe, daha az yaşıyorsunuz. Mayıs-Haziran, hem "kurulu düzene bir saldırı" hem de bir "sokak festivali"(11) haline geldi. Orta sınıfla işçi sınıfı arasındaki eski çizgiler sıklıkla anlamsız hale geldi, çünkü genç işçiler ve öğrenciler kendilerini benzer şeyleri talepler yaparken buluyorlardı: baskıcı otoriter sistemden (üniversite ve fabrika) kurtuluş ve kendi yaşamları hakkında karar alma hakkı.

Fransız halkı tümel bir devrimin eşiğinde duruyordu. Genel grev ülkeyi felce uğratmıştı. Öğrenciler üniversiteleri, işçiler ise fabrikaları işgal etmişti. İşçiler için yapılması gereken şey fabrikaları fiilen işletmek, doğrudan aracısız eylemde bulunmak ve kendinden yönetimden daha azına razı olmamaktı. Ne yazıkki, bu gerçekleşmedi. Otoriter politika ve bürokratik yöntemlerin ölmesi zordur, ve büyük Fransız işçi sendikalarının çoğunluğu her ikisiyle de tıka basa yüklenmişti. İspanya'da olduğu gibi, Komünist Parti insanların sokaklardaki doğrudan, kendiliğinden eylemlerine karşı çalıştı: devrim yukarıdan dikte edilmeliydi. (Komünist işçilerin sendikası) CGT'nin liderleri öğrencilerle işçiler arasındaki iletişimi engellemeye çalıştılar, birleşik bir sol kısa zamanda olanaksızlaştı. De Gaulle ve polis, kuvvetlerini harekete geçirdikçe ve daha büyük şiddet patlak verdikçe, pek çok grevci kısıtlı talepleri (daha iyi ücret, kısa çalışma saatleri, vb.) kabul ettiler ve işlerine döndüler. Öğrenciler polisle giderek kanlılaşan çatışmalarını sürdürdüler, ancak o an çabuk geçti. Haziran sonuna gelindiğinde, Fransa aynı eski Gaulle'cü rejim altında "normal"e dönmüştü.

1968'de Fransa'da olanlar esaslı bir şekilde 1936'nın İspanyol devrimiyle bağlantılıydı; her iki durumda da anarşist ilkeler yalnızca tartışılmadı aynı zamanda uygulamaya geçirildi. Fransız işçilerinin işleyen bir kendinden yönetimi asla başaramamasının sebebi belki de 1968 öncesi Fransa'sında anarko-sendikalizmin, 1936 öncesi İspanya'sındaki kadar yaygın olmamasıydı. Tabii ki bu bir aşırı basitleştirmedir; "başarısız olan" devrim sonsuz nedenlere bağlanabilir. Burada önemli olan, bir kere daha, hiç olmamış olanın vuku bulmasıdır. 1968 Mayıs-Haziranı, gelişmiş bir kapitalist ülkede devrimin olanaksız olduğu genel inancını çürütür. Pasiflik, akılsız tüketicilik ve/veya yabancılaşmış emekle terbiye edilmiş orta ve işçi sınıflarının çocukları kapitalizmden daha fazlasını reddediyorlardı. Otoritenin kendisini sorguluyor, özgür ve anlamlı bir varolma hakkı talep ediyorlardı. Modern sanayi toplumunda devrimin nedenleri artık yanlızca açlık ve maddi kıtlıkla sınırlı değildi; insanın tahakkümün tüm biçimlerinden kurtulmasını, özünde bizzat "günlük yaşamın niteliğinde"(12) radikal bir değişikliği arzuluyorlardı. Liberter bir toplumun gerekliliğini varsayıyorlardı. Anarşizm artık bir anakronizm [ing. anachronism, bir şeyi gerçek tarihinden farklı gösterme, tarih dışı kalmış] değildi.

"Anarşistlerin gelecekteki bir hayaller dünyasında yaşadığı ve bugün yaşananları görmediği sıkça söylenir. Biz onları fazlasıyla iyi görüyoruz, ve bu nedenle de bize rahat vermeyen önyargılar ormanına elimizde pala taşıyarak giriyoruz."(13)

Fransa'da devrimin terk edilmesinin iki sebebi vardı: (1) anarşizmin kuram ve pratiğindeki yetersiz hazırlık ve (2) potansiyel olarak sempatik sol-kanat grupların otoriterliği ve bürokrasisi ile birleşen Devlet'in devasa gücü. İspanya'da devrim, geniş hazırlığı nedeniyle çok daha yaygındı ve direngendi. Ancak yine de sonunda faşist Devlet ve otoriter solcular tarafından ezildi. Bu faktörlerin Birleşik Devletlerin bugünkü durumuyla olan ilgisini düşünmek önemlidir. Silahlı kuvvetleri, polisi ve nükleer silahlarıyla bütün bir insan ırkını bir anda yok edebilecek olan güçlü bir Devlet ile karşı karşıya değiliz sadece; aile, okul, kilise ve TV ekranıyla beslenen, ev yapımı bir pasiflik türü sayesinde hergün devamlılığı sağlama alınan, yaygın bir otorite ve hiyerarşik biçimler önünde saygıyla eğilirken buluyoruz kendimizi. Ek olarak, sadece küçük, dağınık anarşist etkinliğin olduğu çok büyük bir ülke burası. Sadece hazırlıksız değiliz, aynı zamanda Fransa ve İspanya'daki [Devletlerin] birleşik gücünden daha güçlü bir Devlet tarafından cüceleştiriliyoruz. Bu büyük farklılıklara karşın ayakta olduğumuzu söylemek hafife almak olur.

Ancak Düşman'ı merhametsiz, fethedilemez bir dev olarak tanımlamak bizi nereye götürür? Kadercilik ve yararsızlıkla kendimizin felç edilmesine izin vermezsek, bu bizi insanlığın kurtuluşu için mücadelenin içinden bakılacağı çerçeve olarak anarka-feminizm üzerine yoğunlaşacak şekilde devrimi yeniden tanımlamaya zorlayabilir. Devrimin yeni kavramsallaştırmasının anahtarını elinde tutan kadınlardır; devrimin artık iktidarın ele geçirilmesi veya bir grubun --her ne koşulda, ne kadar süreyle olursa olsun-- diğer başka bir gruba hakimiyet kurması demek olmadığını kavrayan kadınlar. Yıkılması gereken bizzat tahakkümün kendisidir. Gezegenin yaşamı bizzat buna bağlıdır. İnsan ırklarının sistematik bir şekilde yok edilmesine artık izin verilmemesi gibi, erkeklerin kendi çıkarları doğrultusunda çevreyi ahlaksızca [şehvetle] manipüle etmelerine artık izin verilemez. Hiyerarşinin ve otoriter düşünce yapısının varlığı, insanlığın ve gezegenin varoluşunu tehdit etmektedir. Küresel kurtuluş ve liberter politikalar yalnızca ütopyacı boş hayaller değillerdir, gereklilik haline gelmişlerdir. "Hayatta kalmak için yaşamın koşullarını ele geçirme"liyiz.(14)

Mücadelemizin gerekli devrimci çerçevesi olarak anarka-feminizme odaklanmak, önümüzdeki görevin uçsuz bucaksızlığını reddetmek değildir. Ezilmemizin ve Düşman'ın çok büyük gücünün kökündeki nedenleri "çok iyi" görüyoruz. Ancak tamamlanmamış veya terk edilmiş devrimlerin ölümcül tarihi döngüsünü kırmanın yolunun, bizim için --"Ütopyayı Gerçek Yapmak" kısmında betimlenecek olan "içini oymak" [ing. hollowing out](15) süreci türünden bir şeye işaret eden-- yeni tanımlamalar ve taktikler gerektirdiğini de görüyoruz. Kadınlar olarak, bizler bu sürece katılım için özellikle uygunuz. Asırlardır yeraltında kalarak gizli, kurnaz, marifetli, sessiz, direngen, fazlasıyla duyarlı ve tüm iletişim yeteneklerinde uzman hale gelmeyi öğrendik.

Kendi hayatta kalma [mücadelemiz] için, "hükmeden" [ing. masterful, usta] gözlere gözükmeyen devrim ağlarını örmeyi öğrendik.

"Biz botların neye benzediğini biliriz
Altından bakıldığında,
biz botların felsefesini biliriz...
Yakında yabani otlar gibi işgal edeceğiz,
her yeri ancak yavaşça;
tutsak bitkiler bizimle beraber
isyan edecekler, çitler devrilecek,
sarsılıp yıkılacak tuğladan duvarlar,
artık çizmeler olmayacak,
Bu arada pislikle besleniyor
ve uyuyoruz; ayaklarınızın
altında bekliyoruz.
Saldır dediğimizde
hiçbir şey işitmeyeceksiniz
ilk önce."(16)

Bu ülkede anarşist hazırlık yok değil. Bu, biçimleri tarihsel zorunluluğu ve bizzat tarihin sürecini paramparça edecek devrime kendilerini (sıklıkla bilmeksizin) hazırlayan kadınların akıl ve eylemlerinde vardır.

ANARŞİZM VE KADIN HAREKETİ

"Kızkardeşliğin gelişmesi, hiyararşi ve tahakkümün temel toplumsal ve zihinsel modeline karşı yöneltildiği için emsalsiz bir tehdittir..."(17)
Mary Daly

"Tüm ülke çapında, bağımsız kadın grupları, eril solun yapısı, liderleri ve her işi yapan memurları [ing. factotum] olmaksızın faaliyete geçtiler, onyıllardır yerel anarşistlerin yaptığına benzer şekilde --bağımsız ve eşanlı olarak-- örgütlenmeler yarattılar. İkisi de tesadüfi değil."(18)
Cathy Levine

İspanya ve Fransa'daki kadınların rolünden bahsetmedim, çünkü bu tek bir kelimeyle özetlenebilir: değişmedi. Anarşist erkekler, kadınları ikincil konuma getirmekte her yerdeki erkeklerden ancak birazcık iyiydiler.(19) Bu nedenle feminist anarşist bir devrime mutlak gereksinim vardır. Aksi takdirde anarşizmin üstünde yükseldiği ilkeler tam bir ikiyüzlülük haline gelir.

Bugünkü kadın hareketinin ve toplumun radikal feminist analizinin liberter düşünceye katkısı çoktur. Aslında benim kanaatim, feministlerin hem kuramda hem de pratikte yıllardır bilinçsiz anarşistler olduğudur. Artık şimdi anarşizm ile feminizm arasındaki bağlantıların bilinçli olarak farkına varmalıyız, düşüncelerimiz ve eylemlerimiz için bu çerçeveyi kullanmalıyız. Nereye gitmek istediğimizi ve oraya nasıl ulaşacağımızı açıkça görebilmeliyiz. Daha etkili olabilmek için, olası olduğunu hissettiğimiz geleceği kurmak için, istediğimizin değişim değil toptan dönüşüm olduğunun farkına varmalıyız.

Radikal feminizm neredeyse saf anarşizmdir. Ana kuram, tüm otoriter sistemlerin temeli olarak çekirdek aileyi varsayar. Çocuğun babadan öğretmene, Tanrı'ya kadar öğrendiği ders, Otoritenin büyük anonim sesine İTAAT ETMEKtir. Çocukluktan yetişkinliğe terfi etmek, sorgulamaktan ve hatta açıkça düşünmekten bile aciz olan tam bir robot olmak demektir. Söylenen her şeye inanarak ve çevremizdeki yaşamın tahrip olmasını duyarsızca kabullenerek, orta-[sınıfın] Amerika[sı]'na geçeriz.

Feministlerin uğraştığı şey kafa-sikici süreçtir --yanlızca nesne/özne ilişkilerine izin veren, dış dünyaya karşı eril tahakkümcü tavır. Geleneksel eril politika insanları nesne konumuna indirger, ve ardından da soyut "hedefler" için onlara hakim olur ve onları manipüle eder. Kadınlar ise diğer yandan, tüm alanlarda "Öteki"nin bilincini geliştirmeye çalışırlar. Özne-özne ilişkilerini yallızca arzulanır değil aynı zamanda gerekli görüyoruz. (pek çoğumuz sadece bu sebeple yanlızca kadınlarla çalışmayı ve aşk yapmayı seçmiştir --bu tür ilişkiler çok daha fazla olasıdır.) Bizim dışımızdaki varlıkları nesneleştirmek ve manipüle etmek için değil; onları tanımlamak, empatimizi ve diğer yaşayan şeyleri anlama yetimizi geliştirmek için birlikte çalışıyoruz. Bu noktada, tüm yaşama saygı göstermek, bizzat bizim yaşamımızı sürdürmemiz için bir önkoşuldur.

Radikal feminist kuram yine --akılcılığın duyarlılığa, aklın sezgiye hükmettiği, ve devamlı bölünme ve kutuplaşmaların (aktif/pasif, çocuk/yetişkin, aklı başında/deli, çalışmak/oynamak, kendiliğindenlik/örgütlenme) bizi, bir Bütün olarak akıl-beden deneyiminden ve insan deneyiminin Sürekliliği' nden yabancılaştıran-- eril hiyerarşik düşünce kalıplarını eleştirir. Kadınlar, bir bütün olarak evrenle uyumlu, bireysel yaralarımızın ve hiziplerimizin kolektif tedavisine adanmış bütüncül insanlar olarak yaşamamız için bu bölünmelerden kurtulmaya çalışırlar. Kadın Hareketi içindeki fiili pratikte, hiyerarşi ve tahakkümü yıkmakta feministler hem başarılı hem de başarısız olmuşlardır. Kadınların sıklıkla "sezgisel" anarşistler olarak konuştuklarını ve eylediklerini düşünüyorum; yani, tüm ataerkil düşünce ve örgütlenmelerin tamamen reddedilmesine yaklaşıyoruz , veya bunun eşiğine varıyoruz . Ancak bu yaklaşma ataerkilliğin --zihinlerimizde ya da birbirimizle olan ilişkilerimizde-- aldığı güçlü ve sinsi biçimlerle bloke ediliyor. Otoriter bir toplumda yaşamak ve onun tarafından koşullandırılmak, feminizm ile anarşizm arasındaki bu çok önemli bağlantıyı kurmamızı sıkça engeller. Ataerkillikle savaştığımızı söylediğimizde, bunun tüm hiyerarşilerle, tüm liderliklerle, tüm hükümetlerle ve bizzat otorite düşüncesinin kendisiyle savaşmak demek olduğu her zaman hepimiz için açık değildir. Kolektif çalışma ve küçük lidersiz gruplar yönündeki dürtülerimiz anarşizandır, ancak çoğu durumda onları bu şekilde adlandırmadık . ve bu önemlidir, çünkü feminizmin anarşizm olarak anlaşılması kadınlar için, reformizmden ve boşluk-doldurucu eylemlerden otoriter politikanın temel doğasıyla devrimci bir şekilde yüzleşmeye doğru bir sıçrama tahtası [işlevi görebilir]. Eğer "ataerkilliği alaşağı" etmek istiyorsak, anarşizm hakkında konuşmamız, tam olarak ne anlama geldiğini bilmemiz, ve kendimizi ve günlük yaşantılarımızın yapısını dönüştürmek için bu çerçeveyi kullanmamız gereklidir. Feminizm dişi toplu iktidar veya bir kadın Başkan demek değildir; hiçbir toplu iktidar ve hiçbir Başkan olmaması demektir. Eşit Haklar Bildirgesi toplumu dönüştürmeyecektir; kadınlara sadece hiyerarşik ekonomi içine dahil olma "hakkı" verecektir. Cinsiyetçiliğe meydan okumak, --ekonomik, politik, ve kişisel-- tüm hiyerarşilere meydan okumak demektir. ve bu anarka-feminist bir devrim demektir.

Özellikle, feministler ne zaman anarşizanlardı, ve ne zaman birdenbire durduk? 60'ların sonlarında ikinci dalga feminizm tüm ülke geneline yayıldığında, kadın gruplarının aldığı biçimler sıklıkla [üstünde] konuşulmamış bir liberter bilinci yansıtmaktaydı. Rekabetçi güç oyunlarına, kişisel olmayan hiyerarşiye, ve erkek politikasının kitle örgütlenme taktiklerine isyan ederken, kadınlar günlük yaşantılarımızla ilgilenen küçük, lidersiz bilinç-yükseltme [B-Y] gruplarına dağıldılar. Yüz-yüze, bugüne kadar değer verilmemiş algı ve deneyimlerimizi paylaşarak ezilmemizin kökündeki sebebe ulaşmayı denedik. Birbirimizden politikanın "orada bir yerlerde" değil, akıllarımızda ve bedenlerimizde ve bireyler arasında olduğunu öğrendik. Kişisel ilişkiler, politik bir sınıf olarak bizi ezebiliyordu ve eziyordu. Sefaletimiz ve kendimizden nefret etmemiz --evde, sokakta, işte, ve politik örgütlenmedeki-- erkek hakimiyetinin doğrudan bir sonucuydu.

Böylece, ABD'nin bağlantısız birçok yerinde B-Y grupları kendiliğinden, ataerkil biçimlere doğrudan bir (re)aksiyon olarak gelişti. Temel örgütlenme birimi olarak küçük gruba, kişisel ve politik olana, anti-otorterliğe, ve kendiliğinden doğrudan eyleme yapılan vurgular esasen anarşizandı. Ancak, İspanyol devrimci eylemlerini tutuşturan yıllar ve yıllar boyunca süren hazırlık neredeydi? Kadın gruplarının yapısı, İspanya, Fransa ve diğer ülkelerdeki anarko-sendikalist sendikalar içindeki anarşist ilgi gruplarınınkini [ing. affinity] oldukça andırmaktadır. Ancak, biz kendimizi anarşist olarak adlandırmadık ve anarşist ilkeler etrafında bilinçli olarak örgütlenmedik. O zamanlar, bir yeraltı iletişim ve fikir-ve-yetenek paylaşımı ağı bile geliştirmedik. Kadın hareketi körü körüne cevapları araştıran bir avuç kadar gruptan daha fazlası değilken, belirlenmemiş bir ideal olarak akıllarımızda anarşizm vardı.

Bunun, düzenli bir şekilde yapılandırılır ve somutlaştırılırsa, biz kadınları, toptan devrimi başarmaya doğru daha önceki herhangi bir gruptan çok daha ileri götürebilecek derinlemesine bir anarşist bilincin taşıyıcıları olma biçimindeki biricik konuma koyduğuna inanıyorum. Kadınların sezgisel anarşizmi, keskinleştirilir ve belirginleştirilirse, insanlığın kurtuluşu mücadelesinde inanılmaz bir ileri (ya da öteye) adım olacaktır. Radikal feminist kuram Nihai Devrim olarak feminizmi selamlar. Bu, ancak ve ancak anarşist kökenlerimizi fark eder ve onlara sahip çıkarsak doğrudur. Anarşizmle feminist bağlantıyı görmekte başarısız olduğumuz noktada, devrimden önce dururuz ve "siz erkeklerin politik kızışkanlığı"na tıkılıp kalırız. Karanlıkta el yordamıyla ilerlemeyi bırakmanın, en sonunda nerede olmak istediğimiz bağlamında ne yapmış ve ne yapmakta olduğumuzu görmenin zamanı.

B -Y grupları iyi bir başlangıçtı, ancak sıklıkla kişisel sorunları konuşmaya öyle battılar ki, doğrudan eylem ve politik yüzleşmeye atlama yapmakta başarısız oldular. Belirli bir mesele veya proje etrafında örgütlenen gruplar zaman zaman "yapısızlığın tiranlığının" "tiranlığın tiranlığı" kadar tahripkar olabileceğini gördüler.(20) Örgütlenmeyi kendiliğindenlikle harmanlamadaki başarısızlık sıkça daha fazla yetenek veya kişisel karizması olanların liderler olarak ortaya çıkmasına neden oldu. Kendilerini ateşli kavgalar, suçluluk duygusu, ve iktidar mücadelelerinin peşinde koşarken bulanlar gücenme ve hayal kırıklığı hissettiler. Bu, çok sıkça ya toptan etkisizleşmeyle veya (kelimenin eski eril yukarı/aşağı anlamında) "ihtiyacımız olan daha fazla yapı" [şeklindeki] kuvvetli bir gerilemeyle sonuçlandı.

Bir kez daha, eksik olanın kelimelere dökülmüş anarşist bir analiz olduğunu düşünüyorum. Örgütlenmenin kendilindenliği boğması veya hiyerarşik kalıplar takip etmesi gerekmez. En başarılı olan kadın hareketleri, çeşitli akışkan yapılarla işleyenlerdi: görev ve başkanlığın rotasyona tabi olması, tüm yeteneklerin paylaşılması, bilgi ve kaynaklara eşit erişim, tekelleştirilmemiş karar alma, ve grup dinamiklerinin tartışılması için zaman yaratılması. Bu en son yapısal unsur önemlidir, çünkü grup üyelerinin payına, bu "[grubun içine] sızan iktidar politikaları"nın devamlı takip edilmesi çabasını kapsar. Eğer kadınlar sözlü olarak kendilerini kolektif çalışmaya adıyorlarsa, bu ("takipçiler"i ortadan kaldırmak için) pasifliğin aksinin öğrenilmesini ve ("liderler"den sakınmak için) özel yetilerle bilginin paylaşılmasını gerektirir. Bu, başkalarının kelimeleri veya yaşamlarından esin alamayacağımız anlamına gelmez; güçlü bireylerin güçlü eylemleri bulaşıcı ve bu nedenle de önemli olabilir. Ancak eski davranış kalıplarına doğru kaymamak için dikkatli olmalıyız.

Olumlu yanında, kadın hareketinin son birkaç yılda ortaya çıkan yapısı, durmaksızın yeraltı iletişim ağı ve belirli meseleler etrafında kolektif eylemler işleyen anarşizan küçük proje-odaklı gruplar kalıbını takip etmektedir. Liderden/"yıldız"dan sakınmaktaki ve küçük eylem projelerinin (Tecavüz Krizi Merkezleri, Kadın Sağlık Kolektifleri) tüm ülkeye yayılmasındaki kısmi başarı, kadın hareketinin tek bir kişiye veya gruba indirgenmesini oldukça zorlaştırmıştır. Feminizm tek vuruş darbesiyle yok edilemeyecek çok başlı bir devdir. Hiyerarşik zihniyetle kavranamayan şekillerde yayılır ve büyürüz.

Ancak bu Düşman'ın sınırsız gücünü küçük görmek değildir. Bu iktidarın alabileceği en güvenilmez biçim, kısa görüşlü, anarşizan olmayan feminist düşünceyi yüzeysel "toplumsal değişim" halinde besleyip ona adapte olmaktır. Cinsiyetçiliği işlerin gidişatına kadınların katılımıyla kökünden sökülüp atılabilecek bir şeytan olarak düşünmek, tahakküm ve ezilmenin devamlılığını sağlayacaktır. "Feminist" kapitalizm terimsel olarak çelişkilidir. Kadın kredi birlikleri, restoranlar, kitap evleri, vb. kurduğumuz zaman, bunu kendi hayatta kalmamız için, süreçleri rekabete, kar-yapmaya ve tüm ekonomik baskı biçimlerine meydan okuyacak ve onlarla çelişecek bir karşı-sistem yaratma amacı için böyle yaptığımız konusunda açık olmalıyız. "Sınırlarda yaşamaya"(21), anti-kapitalist, tüketime dayanmayan değerlere adanmış olmalıyız. Bizim istediğimiz "iktidarı bir küme oğlandan başka bir oğlan kümesine devreden"(22) bir kaynaşma veya askeri darbe değil. Bizim istediğimiz toptan bir devrimden daha azı değil; biçimleri eşitlik, tahakküm, bireysel değişime saygısızlıkla lekelenmemiş bir gelecek icat edecek bir devrim --kısacası feminist-anarşist devrim. Kadınların ilk başından beri insanlığın kurtuluşu doğrultusunda nasıl hareket edeceğini bildiklerine inanıyorum; yalnızca süren erkek politika biçimlerinden kurtulmamız ve kendi anarşizan kadın analizimize odaklanmamız gerekiyor.

BURADAN NEREYE GİDECEĞİZ? ÜTOPYAYI GERÇEK YAPMAK

"Ah, görüşünüz romantik bir saçmalık, aşırı duygusal bir sofuluk, gevşek bir idealizm." "Şiirle uğraşıyorsunuz, çünkü somut ayrıntılar sunamazsınız." Kafamın (kafanızın?) arkasındaki küçük ses böyle diyor. Ancak kafamın önü, yanı başımda olsaydın konuşabileceğimizi biliyor. ve konuşmamızda şunun bunun (somut, ayrıntılı) tanımlanmasına, şu veya bunun nasıl çözüleceğine ulaşacağız. Benim görüşümün gerçekten yoksun olduğu şey somut, ayrıntılı insan bedenleridir. Böylece bu artık bulanık bir görüntü değil, etten kemikten bir gerçeklik olacaktır."(23)
Su Negrin

"Bugün cesareti kırılmış ve izole olmuş olmak yerine, tartışan, planlayan, yaratan ve sorun çıkaran küçük gruplarımızda olmalıyız... daima feminist eylemlilik içinde olmalı ve onu yaratmalıyız, çünkü biz hepimiz onunla gelişiriz; (onun) yokluğunda, kadınlar sakinleştirici alır, çıldırır ve intihar ederler."(24)
Cathy Levin

60'larda oturma eylemlerinin, yürüyüşlerin, öğrenci boykotlarının, gösterilerin ve DEVRİM HEMEN ŞİMDİ'nin heyecanını yaşayanlarımız, 70'lerde olanlar hakkında hayal kırıklığı duyabilir ve bunu tam bir şüpheyle karşılayabilirler. Vazgeçmek veya ("açık" evliliğe? zamane kapitalizmine? Guru Maharaji'ye?) katılmak, mücadeledeki onyılların olasılıklarıyla ve hatta nihai bir başarısızlıkla yüzleşmekten daha kolay gözüküyor. Bu noktada, devrim sürecini görecek bir çerçeveden yoksunuz. Bu olmaksızın uyuşmuş, izole olmuş bir mücadeleye veya bireysel çözüme mahkum oluruz. Anarka-feminizmin sağlayacağı çerçeve, veya birleşme noktası türü bir şey, Ütopyacı hedeflere ulaşmak üzere herhangi devamlı bir çaba için önkoşul olarak gözüküyor. İspanya ve Fransa'ya bakarak, gerçek devrimin "ne rastlantısal bir oluşum ne de yukarıdan kurgulanmış bir askeri darbe olmadığı"nı(25) görebiliriz. Yıllarca sürecek bir hazırlık gerektirir: düşünce ve bilgileri paylaşmak; bilinç ve davranışlarda değişiklikler; kapitalizme, hiyerarşik yapılara karşı politik ve ekonomik alternatiflerin yaratılması. Özerk bireylerin kolektif politik yüzleşme yoluyla kendiliğinden doğrudan eylemesini gerektirir. Kişisel yaşamınızı ve "aklınızı özgürleştirmek" önemlidir, ancak yeterli değildir. Kurtuluş adacıklar halindeki bir deneyim değildir; diğer insanlarla birlikte gerçekleşir. Bireysel olarak "kurtulmuş kadın" yoktur.

Yani, konuştuklarım uzun vadeli bir süreç , pasifliği öğrenmekten kurtulduğumuz ve kendi yaşamlarımızın denetimini ele geçirmeyi öğrendiğimiz bir eylemler dizisidir. Şeylerin oluş şekline karşı zihinsel ve fiziksel (somut) alternatifler oluşturulmasıyla mevcut sistemin "içini boşaltmak"tan bahsediyorum. ABD hükümetini alaşağı eden küçük bir silahlı gerilla grubunun romantik görüntüsünün (tamamen erkek politikası olduğu için) modası geçmiştir ve esasen devrimin bu kavramsallaştırmasıyla ilgisi yoktur. Bunu denemiş olsaydık, ezilmiş olurduk. Üstelik, afişte söylendiği gibi, "Bizim istediğimiz hükümeti devirmek değil, onun karmaşa içinde kaybolacağı bir durumu [yaratmak]". Bu İspanya'da (geçici olarak) olmuştu ve Fransa'da neredeyse oluyordu. Silahlı direnişin bir noktada gerekli olup olmayacağı tartışmaya açık bir nokta. Anarşist "araçlar amaçları belirler" ilkesi pasifizmi ima ediyor gözükmekte, ancak Devlet'in gücü o kadar büyük ki şiddetsizlik hakkında kesin olmak zor. (Silahlı direniş İspanyol Devrimi'nde hayatiydi, ve Fransa 1968'de de önemli gözüküyordu). Ancak pasifizm meselesi başka bir tartışmayı içermekte; ve benim burada ilgilendiğim şey toplumu dönüştürmek üzere gereken hazırlığı --anarka-feminist çerçeveyi, uzun erimli devrimci sabrı, ve sığınaklarına çekilmiş ataerkil tavırlarla sürekli bir çatışmayı içeren bir hazırlığı-- vurgulamak.

Hazırlığın fiili taktikleri uzun süreden beri dahil olduğumuz şeylerdir. Devam etmek ve onları daha da geliştirmek zorundayız. Bunların üç düzeyde işlediklerini görüyorum: (1) "eğitsel" (düşünceleri, deneyimleri paylaşmak), (2) ekonomik/politik, ve (3) kişisel/politik.

"Eğitim"in aslında sözde alçakgönüllü bir tonu var, ancak "sözü kitlelere ulaştırmak" veya suçluluk duygusuyla yüklü bireyleri varoluşun emredici yollarına çağırmayı kastetmiyorum. Yaşamlarımızı birbirimizle paylaşmak üzere --(feminist yayın ağımızda) yazmak, çalışma grupları, ve kadın radyosu ve TV programlarından gösterilere, yürüyüşlere ve sokak tiyatrolarına kadar-- geliştirdiğimiz pek çok yöntem hakkında konuşuyorum. Kitle medyası devrimci iletişim ve etki için özellikle önemli bir alan olarak gözüküyor --radyo ve TV tarafından yaşamlarımızın nasıl yanlış-biçimlendirildiğini bir düşünün(26). Tek başına bakılınca bu şeyler faydasız görülebilir, ancak politik hareketlere aktif katılımın yanı sıra yazarak, okuyarak, ve birbirlerini dinleyerek insanlar değişirler. Birlikte sokaklara çıkmak pasifliği sarsar; ve kendimizi sürdürmemize ve dönüştürmemize yardım edebilecek komünal çaba ruhunu ve yaşam enerjisini sağlar. Tipik bir amerikan kızından bir anarka-feministe dönüşümüm on yılı bulan bir okuma, tartışma ve --Ortabatıdan Batı ve Doğu Kıyısı'na kadar-- çok çeşitli insanla ve politikayla uğraşmamla gerçekleşti. Benim deneyimlerim belli açılardan kendine özgü olabilir, ancak bunların sıra dışı olduğunu düşünmüyorum. Bu ülkenin birçok, birçok yerinde insanlar kabullenme ve pasifliğe koşullanma yollarını yavaş yavaş sorgulamaya başlıyorlar. Tanrı ve Hükümet bir zamanlar ki gibi en yüksek otoriteler değiller. Bu, Kilise ve Devlet'in gücünü asgari kılmak değildir, düşünce ve davranışlardaki önemsiz gibi gözüken değişikliklerin kolektif eylemle sertleştirildiklerinde ataerkilliğe karşı gerçek bir meydan okuma oluşturduklarını vurgulamaktır.

Ekonomik/politik taktikler doğrudan eylemin ve "amaçlı yasadışılığın" (Daniel Guerin'in ifadesi) alanına girer. Anarko-sendikalizm üç temel doğrudan eylem tarzını belirtir: sabotaj, grev, ve boykot. Sabotaj "her türlü olası yöntemle üretimin düzenli sürecini engellemek"(27) demektir. Sabotaj, giderek daha sıklıkla, değişen toplumsal değerlerden bilinçsizce etkilenen insanlar tarafından uygulanmaktadır. Örneğin, sistematik işten kaytarma [ing. absenteeism, görevi başında bulunmama] hem mavi hem de beyaz yakalı işçiler tarafından icra edilmektedir. İşverenlere karşı koymak "yavaşlatma" gibi ustaca veya "defol git" gibi kabaca şekillerde yapılabilir. Mümkün olduğunca yavaş bir şekilde mümkün olduğunca az iş yapmak, fiili iş sürecini karıştırdığı için yaygın bir çalışan uygulamasıdır (genellikle grev sırasında bir sendika taktiği olarak). Sekreterlerin mutat yanlış [belge] doldurmaları veya "önemli kağıtları" kaybetmeleri, veya İtalya'daki 1967 demiryolu grevi sırasında [trenlerin üzerindeki] yön levhalarının sürekli değişip durması.

Sabotaj taktikleri grevlerin çok daha etkili olmasını sağlar. Grev bizzat işçilerin en önemli silahıdır. Herhangi bir grev, eğer diğer endüstrilere yayılır ve genel bir grev haline gelirse, sistemi felç etme potansiyeline sahiptir. Toplumsal devrim bu durumda sadece bir adım ötededir. Tabii ki, genel grevin nihai hedefi işçilerin kendinden yönetimi (ve keza bunu nasıl başaracağı ve nasıl sürdüreceğine dair belirgin anlayışı) olmalıdır; aksi takdirde (1968 Fransa'sında olduğu gibi) devrim ölü doğacaktır.

Boykot da yine kuvvetli bir grev veya sendika stratejisi olabilir (örn. Ferah pantolonlarının ve sendika ürünü olmayan üzüm, salatalık ve şarapların boykot edilmesi). Ek olarak, ekonomik ve toplumsal değişiklikleri zorlamak için de kullanılabilir. Oy kullanmayı, savaş vergilerini ödemeyi veya kapitalist rekabeti ve aşırı-tüketimi reddetmek, tüm bunlar alternatif, kar-amaçlı olmayan yapılarla (gıda kooperatifleri, sağlık ve hukuk kolektifleri, yeniden dönüştürülmüş giysiler ve kitap dükkanları, özgür okullar vb.) birleştiğinde önemli eylemlerdir. Tüketimcilik kapitalizmin ana mevzilerinden birisidir. Almayı (özellikle de modası geçmiş ürünleri ve saldırganca reklamı yapılanları) boykot etmek "günlük yaşamın niteliğini" değiştirme gücüne sahip bir taktiktir. Oy kullanmayı reddetmek, güç ve paranın politik elitleri seçtiği sahte demokrasiye karşı bilinçli bir ifadeden ziyade sıklıkla umutsuzluk ve edilgenlik yüzünden yapılmaktadır. Oy kullanmama, eğer eş zamanlı olarak alternatif anarşist ilgi grupları [ing. affinity group] ağı içinde samimi demokratik biçimler yaratılmasına katılabilirsek, sessiz bir rıza göstermeden başka bir anlama gelebilir. Bu bizi üçüncü alana getirir --esaslı bir şekilde diğer ikisine bağlı olan kişisel/politik. Anarşist ilgi grubu uzun zamandan beri devrimci örgütsel bir yapı olagelmiştir. Anarko-sendikalist sendikalarda, işçilerin kendinden yönetiminin eğitim yeri olarak işlev görmüştür. Bunlar, belirli kısa dönemli bir hedef doğrultusunda bireylerin geçici gruplaşması (profesyonelciliğe ve kariyer elitizmine alternatif olarak) olabilirler, veya bireylerin bire bir ilişkilerinde kendilerini tahakküm veya mülkiyetçilikten nasıl kurtaracaklarını öğrendikleri yaşam kolektifleri olabilirler. Potansiyel olarak, anarşist ilgi grupları liberter, hiyerarşik olmayan yeni bir toplum kurabileceğimiz temeli oluştururlar. Yaşama ve çalışma tarzımız, düşünme ve anlama tarzımızı değiştirir (ve bunun tam tersi de geçerlidir), ve bilinçteki değişiklikler eylem ve davranışlardaki değişiklikler haline geldiğinde, devrim başlamıştır.

Ütopyayı gerçek kılmak pek çok düzeyde mücadeleyi içerir. Sürekli olarak geliştirilecek ve değiştirilecek belirli taktiklerin yanı sıra, politik sebatkarlığa ihtiyacımız vardır: bugünün ötesinde keyifli, devrimci geleceği görme kuvveti ve yetisi. Buradan oraya ulaşmak inançta bir sıçramadan daha fazlasını gerektirir. Bu, her birimizden olasılığa ve doğrudan eyleme gün be gün, uzun erimli bir kararlılık [göstermemizi] talep eder.

GELECEĞİN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ

"Kadın kültürünün yaratılması, arkadaşlarımızla olan konuşmalarımızdan, çocuk bakım merkezleri için vitrinleri ele geçirmeye, hemcinsi ile sevişmeye kadar herşeyi devamlı olarak yeniden ortaya seren bir GÖRÜŞE katılımı nedeniyle, hayal edebileceğimiz kadar yayılmacı bir süreçtir. Bu, değiştirici olması dışında ifşa edici, tanımlanamaz bir süreçtir. Kadın kültürü, kendimizle, birbirimizle ve kızkardeşimiz yerküre ile uyumlu bir imgelem [ing. vision] doğrultusunda hepimiz için cin kovucu, isimlendirici, yaratıcıdır. Son on yılda, ataerkilliğin tarihinde olmadığı kadar onun iktidarını devirmek için hızlanmış ve buna yaklaşmış olmamız ... neşeli bir umudun sebebidir --yabani, bulaşıcı, zapt edilemez, çılgın bir UMUT!... Umut; yaşamın ölüm, ümitsizlik ve anlamsızlık karşısındaki zaferi artık baktığım her yerde --KADINİMGELEMİne inanan tılsımlı kadınlar gibi..."(28)
Laurel

Eğer yarın devrim olmazsa hepimizin felaketvari (en azından katatonik [ing. catatonic, dış dünyayla iletişim kesildiği şizofrenik durum]) bir kadere mahkûm olacağımızı düşünürdüm. Artık devrim öncesi-ve-sonrası bir şeye inanmıyorum, ve bu terimlerle düşünerek kendimizi başarısızlığa ve ümitsizliğe yönlendirdiğimizi düşünüyorum. Mücadeleyi sürdürmek için gereksinimimiz olan, kesinlikle ihtiyaç duyduğumuz tek şeyin (günlük yaşamlarımızdaki baskıya rağmen) UMUT olduğuna, yani herkes için hem yaşanabilir hem de kendini gerçekleştiren, tepeden tırnağa içsel ve dışsal bir dünya yaratmakta bizleri devamlı ileriye doğru çekiştirecek kadar güzel ve güçlü bir gelecek imgelemi olduğuna inanıyorum(*). Umudun olduğuna inanıyorum --yani Laurel'in "kadınimgelemi"nde, Mary Daly'nin "varoluşsal cesaret"inde(29), ve anarka-feminizmde. Bizim farklı seslerimiz aynı düşü tasvir ediyor, ve ""ağızlarımızı tıkayan taşı ancak bir düş parçalayabilir."(30) Konuştukça değişiriz, ve değiştikçe eşanlı olarak kendimizi ve geleceği dönüştürürüz.

Toplumumuzda bireysel veya başka bir türlü bir çözüm olmadığı doğrudur.(31) Bunu eğer kötümserleştirici bilgiyle değil de --bilincimizde ve yaşamlarımızda-- yaşadığımız radikal metamorfozların [başkalaşmalar] farkındalığıyla dengelersek, ancak belki o zaman gerçekleşebilir DÜŞÜMÜZÜ yaratmaya devam etmek için cesaretimiz olabilir. Günlük baskıya maruz kalmak ve hala umutlu olmaya devam etmek açıkçası kolay değildir. Ancak bu bizim tek şansımız. Eğer umudu (bağlantıları görme yetisini, bugündeki geleceği düşlemeyi) terk edersek, o zaman zaten kaybetmişizdir. Umut bir kadının en kuvvetli devrimci aracıdır; yaşamlarımızı, işimizi ve sevgimizi her paylaştığımızda birbirimize verdiğimiz şeydir. Bu, bizi kendimizden nefret etmekten, kendimizi suçlamaktan ve bizleri ayrı hücrelerde mahkum eden kadercilikten ileriye doğru götüren şeydir. Eğer şimdi karamsarlık ve ümitsizliğe teslim olursak, otoriter politikanın ve ataerkil tahakkümün kaçınılmazlığını kabul etmiş oluruz. ("Ümitsizlik en feci hainliktir, en bayat baştan çıkarmadır: en sonunda düşmanın galip geleceğine inanmaktır."(32), Marge Piercy). Acı ve öfkemizin umutsuzluk veya dar görüşlü kısmi-"çözümler"e dönüşmesine müsaade etmemeliyiz. Yapabileceğimiz hiçbir şey yeterli olmayacaktır, ancak öte yandan, akıllarımızda, yaşamlarımızda, bir başkasının yaşamında yaptığımız o "küçük değişiklikler" tamamen boş ve etkisiz değildir. Devrim yapmak uzun zaman alır: bir kimsenin şu anda hem hazırlığını yaptığı hem de içinde yaşadığı bir şeydir. Geleceğin dönüştürülmesi anlık bir şey değildir; ne olduğundan ne olabileceğine uzanan, düşünce ile eylemin, bireysellik ile kolektifliğin, kendiliğindenlik ile örgütlenmenin topyekun bir sürekliliği olabilir.

Anarşizm bu dönüşüm için çerçeveyi sağlar. Bu, biz yaşadıkça "gerçek" olacak bir imgelem, bir düş, bir olasılıktır. Feminizm anarşizmi gelecekle ilintilendiren bağlantıdır. En sonunda bu bağlantıyı açıkça gördüğümüzde, bu imgelemi kavradığımızda, bu UMUDA tecavüz edilmesini reddettiğimizde, hiçliğin sınırından [dönerek] bugün ancak hayal edilebilir olana adımımızı atacağız. Kadınimgelemi, yani anarka-feminizm, yüzyıllardır bedenlerimizin içinde taşındı. "Bu imgelemi doğurmak, her birimizin içinde süren bir mücadele olacaktır"(33), ancak bunu yapmamız gerekiyor. "Öfkemizi filler gibi savaşa sürmeliyiz".

"Karabasan parıltılarıyla tedirgin olan uyurgezerleriz,
Kilitli koğuşlarda bakışımızı küçük odalara kapatıyoruz, vazgeçerek...
Yalnızca aynayı kırıp [düşlediğimiz] imgemize tırmandığımızda,
Yalnızca birlikte akan ve şarkı söyleyen bir rüzgar olduğumuzda,
Yalnızca kemiklerimizden fışkıran düşün içinde
gerçeğe dönüşürüz en sonunda
ve uyanırız."(34)

(*) ve kendini gerçekleştirmek diyerek, sadece yaşamsal gereksinimleri (yeterli gıda, giyim, barınma vb.) değil, ancak aynı zamanda psikolojik gereksinimleri (örn. belirli, somut olası alternatifler arasında tam bir seçim yapma özgürlüğünü besleyecek olan baskıcı olmayan bir çevreyi) de kastediyorum.

DİPNOTLAR
(01) Emma Goldman, "Anarşizm: Gerçekte Neyi Amaçlar", Kızıl Emma Konuşuyor (Vintage Books, 1972), s. 59.
(02) Su Negrin, Baştan Başla (Times Change Press, 1972), s. 128.
(03) Murray Bookchin, Kendiliğindenlik ve Örgütlenme, Liberation, Mart, 1972, s. 6.
(04) Paul Berman, Anarşistlerden Alıntılar (Praeger Publishers, 1972), s. 68.
(05) Sam Doigoff, Anarşist Kollektifler (Free Life Editions, 1974), s. 27.
(06) age, s. 6, 7, 85.
(07) Daniel and Gabriel Cohn-Bendit, Eskimiş Komünizm - Sol Kanat Alternatif (McGraw-Hill, 1968), s. 256.
(08) Hem Mayıs-Haziran olaylarının anlayışlı bir analizi ve teknolojik bir toplumda devrimci potansiyelin tartışması için Murray Bookchin'in Kıtlık-Ötesi Anarşizm'ine (Ramparts Press, 1974) bakınız.
(09) age, s. 262.
(10) age, s. 250.
(11) Bookchin, Kendiliğindenlik ve Örgütlenme, s. 11-12.
(12) Bookchin, Kıtlık-Ötesi Anarşizm, s. 249.
(13) Berman, s. 146.
(14) Bookchin, Kıtlık-Ötesi Anarşizm, s. 40.
(15) Bookchin, Kendiliğindenlik ve Örgütlenme, s. 10.
(16) Margaret Atwood, "Solucanların Şarkısı", Mutlusunuz (Harper & Row, 1974), s. 35.
(17) Mary Daly, Baba Tanrının Ötesinde (Beacon Press, 1973), s. 133.
(18) Cathy Levine, "Tiranlığın Tiranlığı", Black Rose 1, s. 56.
(19) UCLA tarih bölümünden Temma Kaplan İspanyol Devrimi'ndeki kadın gruplarının (özellikle de "Mujeres Libres") üstüne ayrıntılı çalışmalar yapmıştır. Keza bakınız, Liz Willis, İspanyol Devrimi'nde Kadınlar, Solidarity Pamphlet No. 48.
(20) Bakınız Joreen'in "Yapısızlığın Tiranlığı", Second Wave, Cilt. 2, No. 1, ve Cathy Levine'ın "Tiranlığın Tiranlığı", Black Rose 1.
(21) Daly, s.55.
(22) Robin Morgan, Boston College konuşması, Boston, Mass., Kasım 1973.
(23) Negrin, s.171.
(24) Levine, s.50.
(25) Doigoff, s. 19.
(26) Cohn-Bendits Paris 1968'in en büyük hatalarından birisinin medyanın --özellikle de radyo ve TV'nin-- denetimini tam olarak ele geçirilememesi olduğunu belirtir.
(27) Goldman, "Sendikalizm: Kuram ve Pratik", Kızıl Emma Konuşuyor, s.71.
(28) Laurel, "Kadın Görüşüne Doğru", Amazon Quarterly, Cilt 1, Sayı 2, s. 40.
(29) Daly, s. 23.
(30) Marge Piercy, "Düşün Provoke Edilmesi".
(31) Fran Taylor, "Romans, Bireysel Çözüm, ve İlgili Talihsizlikler Hakkında Karamsar Bir Söylev", Second Wave, Cilt 3, Sayı 4.
(32) Marge Piercy, "Kuleyi Devirmek", Faydalı Olmak (Doubleday, 1973), s. 88.
(33) Laurel, s. 40.
(34) Piercy, "Düşün Provoke Edilmesi".

Çeviri: Mor Yağmur & Anarşist Bakış

İngilizce Orijinali: "Anarchism: The Feminist Connection", Peggy Kornegger.

Related Link: http://www.anarcha.org/sallydarity/PeggyKornegger.htm
This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]