user preferences

New Events

İrlanda / Büyük Britanya

no event posted in the last week

Kitap Eleştirisi: "Bitmemiş Mesele"

category İrlanda / büyük britanya | miscellaneous | review author Sunday September 21, 2008 20:27author by Subversionauthor email miasnikov at gmail dot com Report this post to the editors

... ve Sınıf Savaşı'nın Politikası

Kara Kızıl Notlar dergisinin 3 nolu Eylül-Ekim-Kasım 2005 sayısında yayımlandı.

Çoktandır beklenen bu kitap, Sınıf Savaşı Federasyonu’nun kendi politikalarına bir düzen getirmeye ve bunları işçi sınıfına açık ve anlaşılır bir dille sunmaya yönelik ciddi ve sevindirici bir çabası.

Subversion, Sınıf Savaşı’nın bu kitapta da vurguladığı bazı önemli politik meselelerde, onunla ortak tavra sahip. Ortaklaştığımız bu noktalar özetle şunlar:

1. İşçi sınıfının takip edeceği bir yol olarak “reformizm”in kesin bir dille reddi ve kapitalizm ile onun devletinin devrimle yıkılmasına bağlılık

2. Kapitalizmin yıkılmasının; her türlü ücret sisteminin, her türlü para ve pazar biçimlerinin tamamen ortadan kaldırılması anlamına geldiğini tasdik

3. İşçi Partisi’nin (ç. n. İngiltere’deki Blair’in başkanı olduğu İşçi Partisi) ve sendikaların temsil ettiği “eski işçi hareketi”nin reddi ve işçi sınıfının bağımsız mücadelesine bağlılık

4. Sınıf mücadelesi bağlamında ırkçılık ve cinsiyetçilik ile savaşmanın gerekliliği

Federasyon da, bizim gibi, devrimci örgütlenmeye dair Leninist görüşleri reddediyor. Örgütlenmeye yaklaşımlarını tanımlarken hâlâ “federalizm” kelimesini kullansalar da bununla kastettikleri kesinlikle geleneksel anarşizmin “her fikir ve yöntem aynı derecede değerlidir” ve “her birey ya da topluluk kendi yolunda gidebilir” yaklaşımı değil.

Bunu demişken, kitapta, geleneksel sol kanat politikalarından ve özellikle de geleneksel anarşizmden miras bazı zayıflıklar var. İlkin, kapitalist sınıf yapılanmaları hakkındaki çözümlemeleri oldukça muğlak. Sınıf tanımını bizim yapacağımız gibi doğrudan “üretim araçlarıyla ilişki” açısından yapmıyor, “Marksist” ve anarşist sınıf tanımlarından bir karışım elde etmeye çalışıyorlar; bunu da bir tarafta “servet ve mülk” sahipliği, diğer tarafta da “sosyal güç”le ilişkilendiriyorlar.

Kapitalizmin temel olarak -kapitalist ya da egemen sınıf, orta sınıf ve işçi sınıfı olmak üzere- üç sınıfa bölündüğünü söylediklerinde buna itiraz etmezdik, ama “orta sınıf”ın büyüklüğü ve önemine dair değerlendirmeleri tamamen hatalı ve bu sınıfları kimlerin oluşturduğuna dair verdikleri örnekler nasıl bir kafa karışıklığı içinde olduklarını açığa vuruyor. Örneğin, aşağı düzeydeki askerlerin işçi sınıfına dâhil olduklarını ama aşağı düzeyden polislerin olmadıklarını söylüyorlar! Her ikisinin de devletin baskı düzeneğinin birer parçası olmasına rağmen. Bu ayrım, maddi bir tanıma sadık kalmayıp, ideolojik bir sınıf tanımına geri döndüklerini gösteriyor. Öğretmenler ve doktorlar gibi insanları orta sınıfta konumlandırıyor ama devamında bir “devrimsel” süreç anında bunlardan büyük bir kesimin işçi sınıfına katılacağını, işçi sınıfından bazı kesimlerin de kapitalistlerin tarafını tutacağını söylüyorlar. Ancak madem öğretmenlerin ve benzerlerinin işçilere karşı ayırdedici ve uzlaşmaz bir sınıfsal çıkarları var, neden böyle bir şey yapsınlar? Ayrıca “köylülerin”, yani küçük toprak sahiplerinin, işçi sınıfından addedilebileceğini, ama küçük işletme sahiplerinin açıktır ki orta sınıftan olduklarını ima ediyorlar. Federasyon, kapitalizmin son 150 yılda nasıl geliştiğinin ve bunun onun sınıf yapılanmalarını nasıl etkilediğinin maddi (materyalist) bir çözümlemesini yapamamış durumda.

Çağdaş kapitalizm, işçi sınıfının uluslararası ölçekte karmaşık bir işbölümüne tabi olması temeli üzerinde yükseliyor.

Çok basitçe açıklarsak, metalar (pazarda alınıp satılan mallar) artık sadece fabrikalarda üretilmiyor, tek bir fabrikanın işçilerinin ortaya koydukları artı-değere el konması sonucu meydana gelmiyor. Metalar artık fabrika, ulaşım, iletişim, eğitim, sağlık, barınma ve diğer alanlardaki işçilerin temsil ettiği bir “kolektif işçi”nin toplumsal ürünü. Örneğin, kapitalizmin erken dönemlerinde kimi pratik nedenlerle öğretmenler üretim sürecinin “dışında”ydılar ve düşük maaşlarına rağmen “orta sınıf”tılar. Bugün tamamen üretim süreciyle bütünleşmiş bir kitle eğitim sistemimiz var ve öğretmenler de kapitalizmin toplumsal ürününün yaratılmasındaki rollerini oynuyorlar. Öğretmenlerin çoğunluğu işçi sınıfına dahil oldu. Bu durum, rollerinin öğretmenleri muhafazakârlığa yönelttiğini ve sınıf bilincine varmalarının önüne engeller çıkardığını inkar etmemizi gerektirmez. Hem bu durum, işçi sınıfının diğer kesimleri için de aynen geçerli. Bu, belli bir hıza kavuştuğunda, öğretmenler ve diğer benzeri işçi topluluklarının devam eden sınıf mücadelesine katılımlarını sağlayacak gerçek bir zemine sahip oldukları anlamına gelir. Bugün bile, son İngiliz madenci grevini aktif olarak desteklemiş olanların arasında muhtemelen “işçi sınıfı” askerlerinden daha fazla öğretmen bulunduğunu söylemek adil olur! Öğretmenlerin ve diğer “profesyonel” işçilerin devrim mücadelesinde yahut kapitalizmin yıkılmasında geleneksel orta sınıftan arta kalan köylüler ile küçük ölçekli işyeri sahipleri ve diğerlerinin oynayacağından fazla rol oynaması kesinlikle daha büyük bir ihtimaldir. Bizim için önemli olan nokta insanların üretim araçlarıyla olan ilişkileridir. Onun içindir ki kendi işinin başında olan birçok doktor “orta sınıf”ken, sadece NHS’de (National Health Service: Ulusal Sağlık Hizmeti) çalışan diğerlerini işçi sınıfından kabul etmek çok daha mantıklı olabilir. Federasyon’un kendisinin de dediği gibi, sınıf çözümlemesinin kendisinde birçok gri alan mevcut ve işçi sınıfının bazı kesimlerinde (özellikle de daha iyi maaş alan kesimlerinde) sınıf geçişleri diğerlerinden daha fazla gerçekleşebilmekte. Yukarılara tırmanma ihtimali işçi sınıfından bazı kesimlerin ideolojisini kötü anlamda etkileyebilirse de bu durum verili bir andaki nesnel sınıfsal konumlarını değiştirmez.

Geleneksel işçi sınıfı –yani ortalama el ve ofis işçileri- arasında radikal, militan ve ortaklaşa bir işçi sınıfı hareketi gelişebilir. Bunun kabulü politik stratejimiz açısından önemlidir. Bu kesimlerden oluşan hareket, kapitalizmin karşısına ancak ilkin işsizleri ve sonra da çağdaş işçi sınıfının geri kalanını yanını çekebilirse eğer ciddi bir güç olarak çıkabiliriz. Gerçek “orta-sınıf” üyelerinin bir avucundan fazlasının harekete bağlanmasını umamayız çünkü kısa vadede kaybedecekleri kazanacaklarından daha fazla olacaktır.

İkinci olarak, Federasyon’un milliyetçiliğe karşı aşırı derecede kararsız bir tutumu var.

Bir taraftan doğru biçimde “Milliyetçilik işçi sınıfını bölünmüş tutmanın yollarından biridir” derken diğer yandan “... ekseriya baskıcı koşullar altında milliyetçilik işçi sınıfına bir şey verir. Bu “şey” bir kimlik, gurur, bir topluluk hissi ve dayanışmadır... ” diyebiliyorlar. Biz işçi sınıfına sahte bir kimlik, sahte bir gurur ve sahte bir dayanışma hissi verdiğini söylerdik.

Kuzey İrlanda gibi yerlerde Katolik işçi sınıfınca verilen mücadelelerin birçoğunun salt milliyetçi olmadığını, Federasyon gibi biz de kabul ediyoruz. Ancak bizim işimiz sınıf unsurlarından milliyetçi unsurları teorik ve pratik olarak ayırmaktır, Federasyonun yaptığı gibi birleştirmek değil.

Yazık ki, kitabın güçlü tarafları bile Federasyon grubunun pratiklerine tutarlı bir şekilde taşınmıyor. Bu, sendikalara karşı kafası karışık yaklaşımlarında açıkça görülüyor. İşyeri mücadelesi hakkında düzenli olarak yazan ve konuşan az sayıdaki üyelerinden biri Dave Douglass, ama mücadelesinin yönlerine dair bazı ilginç iç gözlemlere rağmen hâlâ sonu sendikaları savunmaya varan modası geçmiş bir tutumu teşvik ediyor. (Douglass’ın görüşlerine getirdiği ilginç eleştiriler için Wildcat’in “Sendikaların Dışında ve Karşısında” adlı kitapçığına bakınız)

Aynı oranda tedirgin edici olan şey, Federasyon’un, fikirlerini işçi sınıfına ulaştıracak “doğru formül”ü bulmak için birçok üyesinin harap olmasına neden olan “idealist” eğilimi. Bu, düzenledikleri son “Direniş Toplulukları” toplantısında özellikle belirgindi. Her türlü eleştirel tartışma bilinçli bir biçimde bastırılıyor, onların dediği şekilde “bir şeyler yapmamız” gerektiği söyleniyordu ki bir şeyler yapmaktan anladıkları da yine tipik bir başka solcu “Eylem Günü” gösterisiydi.

Bunlar hiçbir şekilde Federasyon’un bu kitabına dair eleştirilerimizin tamamı değil, ama şimdilik burada bırakalım.

İngilizce Orijinali:

Related Link: http://www.geocities.com/knightrose.geo/unfinishedbusiness.html
This page can be viewed in
English Italiano Deutsch
© 2005-2024 Anarkismo.net. Unless otherwise stated by the author, all content is free for non-commercial reuse, reprint, and rebroadcast, on the net and elsewhere. Opinions are those of the contributors and are not necessarily endorsed by Anarkismo.net. [ Disclaimer | Privacy ]